yaklaş bana
biraz daha
şimdi
değerken canıma canım
bir masal anlatacağım sana
uzaklarda
iki nehir arasında
ufak bir köy varmış
bu köyde
güzel bir kız yaşarmış
elindeki elma sepeti
yüzündeki gülümsemesi
örgü örgü saçlarıyla
bu kızı herkes tanırmış
herkes ona hayranmış
bir kişi hariç
uzaklarda
iki köyün arasında
ufak bir dere akarmış
bu derede delikanlı bir çoban
her gün yüzünü yıkarmış
asık suratının yansıması
gördükçe onun da canını sıkarmış ya
ne yapsın
o gülmek için yaratılmamış
yine böyle bir günde
kaçmış çobanın keçileri
seslenmiş önce
"hey sizi yaramazlar neredesiniz?" diye
sonra aramaya başlamış
yürümüş, yürümüş
yürüdükçe gündüzü geceye
ayakları çimene
gözleri yaşlara karışmış
o yaşa kadar hiç ağlamayan çoban
artık yaşlarını gözlerinde tutamamış
sabah olmuş
yol yok
iz yok
ses, seda yok
ama başka bir şey varmış işte
delikanlı, güzel kızı görmüş
başını yattığı topraktan çekince
bir bakmış ki
sabah olmuş
yolu aydınlanmış
bir meleğin izinde
ses de seda da işte orada
tam karşısındaki
elma ağacının altındaymış
"merhaba" demiş
demek istemiş de
sesi çıkmamış delikanlının
neyse ki
halini gören kız
ona acımış
bir elma almış avucuna
önündeki bitkin çobana uzatmış
"acaba ne desem" diye düşünmüş delikanlı
"bu bir melek olmalı, melekler benim dilimi anlar mı?
benim dilim bir melekle konuşacak kadar yaman mı?
teşekkür etsem anlar herhalde
yoksa sesimi beğenmez de kaçar mı"
"hayırdır çoban, neden bir şey demiyorsun
yoksa beğenmez misin bu ormandaki elmaları?"
"sağolasın, ben ne bu ormanı bilirim
ne de daha önce bu elmadan yedim
çok yorgunum ve şaşkınım
dün bütün keçilerimi kaçırdım"
çatlamış dudakları sulu elmayla buluşunca
bir şelaleden su içmiş sanki kana kana
hele bu elmayı veren elin sahibiyle konuştu ya!
koşsa koşarmış cihanı baştan başa
"burası hangi köyün ormanı ?"
kız cevap vermemiş
"adın ne?"
kız sessiz, sadece çobanı izlemiş
bir müddet konuşmamış ikisi de
sonra çoban sordu çaresizce
"yoksa yabancıyım diye köyünüze
pişman mı oldun elmayı verdiğine ?
öyleyse sal beni toplayayım ne kadar elma varsa
bu eski ormanın gölgesinde
sereyim eteklerine"
gülümsedi güzel kız hafifçe
"ondan değil de, üzüldüm biraz haline
yabancıların yolu bir kere düştü mü bu köye
bir daha dönmezler evlerine
ben seni elden görmemiştim
elimdekini bilirsin demiştim"
anlamamış delikanlı bu sözleri
geldiği yol belli, tamam biraz karıştırmıştı
biraz da sersemlemişti belki
ama dönmezse
çok üzülürdü keçilerin sahipleri
"ama özleyen çıkmaz ki beni"
yıllar önce ölmüştü çobanın ailesi
bir o kalmıştı geriye bir de dedesi
iki sene olmuştu dedesi gideli
geriye bir taş mezar bırakmıştı bir de çoban değneği
sanki okumuştu kız, onun aklından geçenleri
önce hüzünlendi, sonra gülümsedi
"haydi gel köyümüze gidelim" dedi
keçilerim diyemedi çoban
onlar gittikleri yerden memnunlardı
yoksa bu zamana kadar geri dönmezler miydi?
iki nehir arasında
bir köye vardılar
yürürken canı acımıyordu artık çobanın
sanki ayakkabılarındaki yırtık düzelmişti
ne açlık vardı, ne susuzluk
halbuki sadece bir elma yemişti
derken, güzel kızın yanı başında gülümserken
dondu kaldı
köyün girişindeki al yazmalı kadını görünce
dizlerinin üstüne kapandı
"ana" diye fısıldadı havaya
hava bu sözleri taşıdı
taşıdı
taşıdı,
"ah yavrum" oldu karşılığı
o an anladı delikanlı çoban
o ormandan aslında hiç çıkamamıştı
biraz sonra babası yaklaştı yanına
teşekkür etti güzel kıza
elini attı oğlunun omuzlarına
"haydi" dedi "koş ananın yanına"
önce ağır adımlar
peşinden geldi yağmur
fırtına
gülümserken güzel kız
inanmıyordu bir yandan olanlara
herkes ona hayrandı
çoban ise ölümüne aşıktı
karışırken bedeni toprağa
alev alev kalbi tüm nehirlerin üzerinde parlayacaktı