24 Haziran 2015 Çarşamba

5. şarkı

nasıl bir insan
göremez kendisini
ışığın içinde
ve karanlığa göçmenin
en taze
en soğuk olduğu gerçeklikte

nasıl bir insan
korkar cesaret etmekten
saklanır kendi ardına
nasıl bir insan
düşer binlerce dikenin ortasına
daha tatmadan gül yapraklarını
kanatır dört bir yanını
o kan içinde
o gece
bu sözlere kanar
sonrada ağlar

ben
nasıl bir insanım diye

peki biter mi?
bu seferlik bitmedi
nasıl bir insan ki
sondan değil de
sonun getirdiklerinden kaçınır
nefes almak için değil
aldığı nefes işe yarasın diye uğraşır

11 Haziran 2015 Perşembe

Deli 2

İki adet boş kağıt istemiştim.
Birine bir şeyler çizip, diğeriyle de uçak yapacaktım. Odamın dışındaki delilerden uzak durabilmek için uzun süredir uçak gibi davranıyordum. Bunun sonucunda ise bir arkadaş istememin garip olduğunu düşünmüyorsunuzdur herhalde. En azından o gerçekten havalanacaktı.Planıma göre, uçan dostumun peşinden koştuğumu gören hasta bakıcılar ve doktorlar kendi aralarında "olmuş bu,"diyeceklerdi ve bana yeni bir menü sunacaklardı.Yeni bir ilaç menüsü, burada yaşayabileceğim en büyük değişiklik olacaktı.
Beyaz haplardan gına gelmişti. Beyaz haplar artık beni uyutmuyordu, sadece kısa bir süre için avutuyorlardı o kadar.
Kırmızıların ise başından beri ne işe yaradığını zaten anlamamıştım. Ama tahminimce bir işe yaramadıklarını düşünmem benim için iyiydi. Sonuçta gerçekten deli biri olsaydım o ilaçların işe yarayıp beni kendime getirmesi gerekirdi. Gerçi buraya geldiğimden beridir espri anlayışımı kaybetmeye başlamıştım,  eğer bu iyileşme sürecinin bir parçasıysa bunu kabullenmek gerçekten zor olacaktı. Nereden geldiğini hala çözemediğim deniz kokusu bir kez daha burnum derinliklerine işleyince hediyelerimin geldiğini anladım.
Kağıdın birine bana verilen, kendimi öldüremeyeceğim, boya kalemleriyle bir uçak pisti çizmeye başladım. Çizimin yarısına geldiğimde kendimi öldürmek için sivri uçlu kalemlere ihtiyacım olmadığını fark etmiştim.Bunun için tanrı bana bir çift el vermemiş miydi? Evet sanat ruha iyi geliyordu.En azından bulanmaya başlamış zihnimi açıyordu. Gülümsedim. Gülümseyince aklıma önce o güzel kadın, sonra da birkaç dize geldi.

"Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken.."

Aklımda Nazım'ın dizeleri, kalbimde sadece güzel diyebildiğim bir kadının nefesi varken yaşamaya devam edemezdim. Sadece yaşayabilirdim. Nankörce ya da hoyratça olduğunu sorgulamadan, bir daha gerçek deniz kokusunu içime çekip çekemeyeceğimi bilemeden sadece yaşardı insan.

"Yağmur mu yağıyor ?" diye bağırdı deli öğretmen. Odanın penceresi yoktu. Bugüne kadar çatıya damlayan tek bir yağmur damlasını duymamıştım.
"Ne yağmuru hocam?" diye karşılık verdim.O bana sesini duyurmak için bağırırken, ben de gür bir sesle seslenip oyunu devam ettirmiştim.
"Uçak ıslanmış ya ."
Ağladığımı o zaman fark ettim. Sesimdeki çatallıklar da şimşekler olmalıydı onun için. İlaç saati geliyordu. Hemen gözlerimdeki yağmuru silip çalışmaya devam ettim. İlacımı almaya arkadaşımla gitmiştim. Gerçi o benden hızlı gidiyor diye biraz bozulmuştum ama bir şey demedim. Sonuçta benim yolum yağmur bulutlarıyla çevriliydi.

Yarın mavi bir güneş doğar mıydı?


----

Slipknot - Snuff [OFFICIAL VIDEO]

9 Haziran 2015 Salı

Deli 1

Akıl hastanesi güzel bir yer olabilir.Ancak burası bir tımarhane ve etrafımda onlarca deli varken, üstelik her biri kendisini akıllı, beni de zırdeli olarak görürken ilaçlar bile güzellik kavramını hatırlatamıyor bana.

Buraya geldiğim gün, aslında bir iş görüşmem vardı. Büyük bir şirketin aradığı küçük adamlardan biri olmak için öylesine hevesle giyinmiş ve yola çıkmışken nasıl kendimi burada buldum ? İnanın ben bile emin değilim. Sanırım deliliğimin başladığı yol hatırlamak istemediğim bir ara sokaktan geçiyordu. Az hatırladığım dakikaların arasında yani orta kesim zaman aralıklarında aklımda akbilin doluluk oranı, yüzümün üstünde ise güzel bir kadının tokatı vardı.

Tokatın acısı ve kalbimdeki anlık sızı eşit değildi. Gözlerimin karartısı ve yeniden açılması arasında geçenler birkaç endişeli ve anlamsız sesten ibaretti. Sonrasında kendimi karanlık bir odada buldum. Kendimi buluşum ve kendime gelişim arasındaki seslerin de anlamsızca hatta kararsızca geldiğini söyleyebilirim. En sonunda kaybolan sesler. Karanlık odada bir başıma kaç saat kaldığımı bilmiyorum. En sonunda kapı olduğunu tahmin ettiğim bir uyumsuzluğum aralığından gelen deniz kokusunu duyduğumda haykıracak gücü, daha doğrusu cesareti kendimde bulmuştum. "Oley !" diye bağırdım. "İmdat!" diye bağırdım. "Güneşi getirin" diye bağırdım.

Saatler sonra gelmişti birisi.Kapı açıldığında içeriye hiç ışık girmemişti, sadece o deniz kokusu artmış ve ciğerlerimi doldurmaya başlamıştı. İçeriye giren adam"Uyan," demiş ve yüzüme bir el feneri tutmuştu. Adamın boğazına tutunup kendimi cinayet tepesine atmak istediysem de bu dürtülerim tembelliğim yüzünden mağlup oldu.

"Beş dakika daha," dedim gülümseyerek.  Adam çoktan gitmişti bile. Gülümsemem boğazıma düğümlenmişti. Artık uyuşan ayaklarımı hareket ettirmek zorundaydım. Kalktım ve doğruca deniz kokusuna doğru ilerledim.  "Annabel Lee," dedim tokatın ve kalbimin acıttığı vücuduma "Sana mı yürüyorum şimdi bu gece vakti, mezarın mı bekliyor beni?"

Hayal kırıklığı içinde beni bekleyenin o güzeller güzeli Annabel Lee değil birkaç tane pijamalı deli olduğunu gördüğümde gören gözlerime lanet okudum.O güzel kadını görmeden üzerime düşmeyen göktaşına lanet okudum. Umursamazca içtiğim ilaçlar etkisini gösterene kadar ilaçlara lanet okudum ! Gözlerimin ve kalbimin kararması bir arada ilerliyordu. Tam uykuya dalacaktım kulağımı tutan delinin tekine lanet okudum !

"Ne bağırıyon be," dedi deli.
"Ne çekiyorsun kulağımı ?" dedim deliye.
Deli sustu, deli düşünmeye başladı. Düşünme işi uzadıkça adamın ne kadar deli olduğunu anlamaya başlıyordum.Sonunda "Öğretmenim ben, ondan çektim kulağını," deyip ağlamaya başladı. Ağlarken benim ne iş yaptığımı da sormayı ihmal etmedi. "Ben küçük adamım," dediğimde bu sefer ağlaması iyice artmaya başladı.
Umurumda olmadı.
Öğretmeni çok geçmeden yanımdan aldılar. Bu arada bana habis bakışlar atmayı ihmal etmeyen hasta bakıcı ve hasta bakıcı arkadaşı geriye ufak "cık cık," lar bıraktılar. O cık cık ları alıp müsanip bir yerlerine sokmam çok uzun sürmeyecekti. Lakin önce buradan kurtulmalıydım.

Odama (ya da hücreme halen bilmiyorum) gidene kadar önce kendini top zanneden bir adam, sonra da kendini kamyon zanneden başka bir deli üzerime yürüyünce kendimi korumam gerektiğini fark ettim ve kendimi uçak zannetmeye başladım. Uçtuğumu gören deliler bana aşağıdan bakmaya başladığında doğru yolda olduğumu anladım.

Rüyamda Paris'in üzerinde uçuyordum, ve o tokatı kalbime saplayan kadını arıyordum.

İlk günüm ve ilk gecem böyleyken, gerisini kim ne yapsın ? Bakalım...


8 Haziran 2015 Pazartesi

düştün mü

bir düştün mü
bir daha göremezsin
ne o günü
ne gökyüzünü

uyku sek çekilmez
bir düştün mü
ne kadar sabretsen de
sonu gelmez

düştün mü
takılır etrafına gece
takılır gözlerine
gözlerinin içindeki
o acı maziye

bir düştün mü
büyürsün
büyürken acı çeker vücudun
anlamazsın
öyle ya
bir seferlik bir yaşamda
anlamsız bir hayatsın

bir düştün mü
gözden
ve elden
sözden
ve niyetten
artık her mevsim kar
artık hep kapalı yollar


sana bakıyorum

yine toplamışsın kara bulutları üzerine kaçışacak hepsi aslında bir savursan eteğini yine biriktirmeye başlamışsın yağmurları gözlerinde kap...