16 Aralık 2015 Çarşamba

derman mı ferman mı?

ciğerlerim
közüdür cennetin
sözlerim
özrüdür ellerin
derdim
mayasıdır ecelin
neyleyeyim
gözü kalmışsa feleğin

bir,iki, üç...sayar biterim
cefadır ezelim
cefadadır ebed'im

adım birdir
adımdadır seferim
adımlar biterim

eşim ikidir
o ki sebeptir
aşkı ikiletirsem
üçe azap ederim
yüce zulm edenin
kulu iken
zulmün yücesini
kula ederim
ancak ve yalnız
tükenmişliğe devam ederim





15 Aralık 2015 Salı

ıIıIıIIIıIII

içimde bir ses
kalbimin hemen dibinde
ona derman
ona hasret
s'nin başlayıp
ayın düştüğü yerde
iki gözde
yekpare

içimde bir nefes
eser ciğerlerime
dokunur sızlayan,
tutsak kafesine
yine de sormaz
soramaz yolunu
doğrusu bu mu ?
o ki
artık senden çıkıp
sana ait bir bedende
bizden beri
bizden azade


vasiyet

bugün ölürsem
beni geçmişe gömün
en güzel günlerin
en parlak yıldızların
en saf duyguların arasına
orda her yer aydınlık
kapansa da gözlerim toprağın altında
orda her yerde sen
çürüsem de bi başıma
orda gülüyorum işte
henüz aldatılmamış dudaklarım
henüz karalanmamış ruhumla
geçmişe gömün beni
farketmez, isterseniz gözlerimi bağlayın
yeter ki
kalbimdeki şu kazığı çıkartın

8 Aralık 2015 Salı

çocuklar

her mevsimde ölür çocuklar
üşüdüğün için dertlenme
çatlamasın yüreğindeki duvarlar
boyayacaksan toz pembeye

her kurşun değer ki onlara
saatin nabız atışlarında 
bazen uykularında
bazen de akdeniz'in soğuk sularında

her mevsim ölecek çocuklar
ve anlamayacağız onları
o soğukluk yüreğimize değmedikçe
soğuk bir kurşun 
kalbimizi deşmeyip
ekmeğimizi elimizden düşürmedikçe


Ghostlight Orchestra ~ Just

1 Aralık 2015 Salı

eski

eski bir defter
kenarında kahve lekesi
içeriğinde neşter izleri
sayfalar dolusu
hafif bir kan kokusu
bir kaç tane de
gözyaşı buğusu

eski bir oda
defterin şanına layık
duvarlarında şiir parçaları
çatısında yağmur artıkları...
penceresi geceye boyalı
gündüze sevdalı

odanın tek sahibi
eski bir ayık
çok değiştirdi onu ayrılık
düştüğü an
durmuştu zaman

gelecek ve geçmiş
eskiydi
fark etmezdi
o artık
fark edemezdi

28 Eylül 2015 Pazartesi

15101515151510101015151025055555555

vazgeçerim
ki çok sefer vazgeçtim
ya canım sıkıldı
ya da öyle söyledim
sonrası hep pişmanlık
sonrası yalnızlık
peşinden ölüm gelir dedim
peşimden geldi hep
bir adım arkamda
bir nefeslik arada
kollarımda ağrı
midemde sancı
titreyen ellerim
göçen benliğimle
sevenlerle
sevilenlerle
son zamanlar...biliyorum
söyleyemiyorum
zor zamanlar işte
uyuyamıyorum
son bir şarkı dinleyip
son bir sigara içsem
geçerim

19 Ağustos 2015 Çarşamba

loş

mum aydınlatıyor geceyi

karanlık çaresiz

kabuslar nefessiz şimdi



titrek bir alev

saçların misali

parlatıyor efkarımı

söndürüyor neşemi

farkına varmadan

terk ediyorum

sana ait bu şehri



bir kuzgunun kanatları altında

istanbul sokaklarında

içime sızan alkol kokusu

karışırken

dudaklarımda tüten hatıralara

merhaba diyorum

senden çok ama çok uzaklara



artık ne zaman

görsem titreyen bi karanlığı

yada sevgisiz bir canlıyı

geliyorsan aklıma

anlarım

gidememişim fazla uzağa


15 Ağustos 2015 Cumartesi

seni özlemek 
keyif vermiyor artık
biliyorum ya
takvimler artık hep "aralık"
geceler sadece karanlık
bir zamanlar gülen yüzüm
şimdi
berbat bir vesikalık

1 Ağustos 2015 Cumartesi

1. Bölüm (Bella 3. Kısım)

"Grou, "Bella"sının küçümseyen gözlerine denk gemekten öylesine korkuyordu ki; birkaç dakika içerisinde boynu vurulacak ve sonsuza kadar sonsuzluğa karışacak olmasına rağmen aşağıya eğdiği başını önünde uzanan kalabalığa doğrultamıyor, feri sönmüş gözlerini açamıyordu. Gerçi bizim sevimsiz aşığımız kendi kendisine, korkusunun kaynağı olarak o kalabalığın içerisinde Bella'sının yokluğunu fark etmek olduğunu söyleyip dursa da...Nihayetinde  uğruna nice canlar aldığı cancağızının varlığından habersizce yaşamına devam etmesi, derbeder yaşamının ona anlamlı gelen tek bölümünün de aslında beyhude bir çabadan öteye gitmediğini giyotinden daha acı şekilde gösterecekti.

Halbuki korkmayıp gözlerinin hükmünü verenlere doğrultsaydı.  Yitmek üzere olan hayatında bir kez kendisi için cesaret gösterebilseydi Bella'sının ona gururla baktığını görebilecekti. Heyhat! Belki de Grou mutluluk içinde ölecek ve kanı idam edileceğin o toprağın üzerinde bir çiçeğe hayat verecekti.

Evet, Bella ona gururla bakıyordu. Nihayetinde şu zalim dünyada zalimlerin en zerafetlisi kendisi olmuştu, bunu da az sonra hiçbir şeyden habersizce nihayete erecek olan 'zavallı aşığının' gayretlerine borçluydu. "

Ah benim zavallı aşığım... Seni fark etmediğimi düşünüp de hıçkıra hıçkıra ağladığın gecelerde bile gizliden gizliye izlerdim senin o değişken, değişmeye mecbur hallerini.

Eski ve pis kıyafetlerinlle, sanki onları kirletecekmişsin gibi, utana sıkıla çimlerin üzerine ürkekçe uzandığında, sonrasında gözlerinde kocaman bir boşlukla kıyafetlerini Maubuêe Çeşmesi'nde yıkamaya çalıştığında, hatta akıl yoksunluğundan kedi,köpeği karşına alıp onlarla birer arkadaş gibi konuştuğunda bile benim bir gözüm hep üzerindeydi. Lakin sen bana duyduğun aşk ile gözlerini ve kalbini öylesine mühürlemiştin kai ey çaresiz mahlukat ! Eteğimi sürüye sürüye yanından geçsem bile beni fark etmezdin. Öyle ya senin için bir hayaldim, ve senden uzaklaştıkça gerçekleşebilirdim.

Kollarında uykuya dalmakta hiç beis görmediğin Seine Nehri,  senin gibi çaresiz ruhların gözyaşlarıyla dolu gibi gelmeye başladığında gerçekten sana uzanabileceğimi hissettim. Paris'in tüm ihtişamı barut ve kan kokusuna karışmışken, senin burnunun direğini sızlatan şeyin yuva bellediğin çöplükler olması ne kadar da acı...

Gerçi tüm bu ülke dışı süslü bir çöp kutusundan başka neydi ki ?

Süslerinin ve ünvanlarının arkasına saklanmış fahişeler ve zevkleri uğruna gözleri kör olmuş alçak soylular mı olmalıydı Fransa'nın hak ettiği yücelik  ? Benim, sokakta açlıktan ölmek üzereyken görmüş olduğum gerçekleri hangi Tanrı, hangi Şeytan sahiplenmişti ki bu güne kadar kral sahiplensin?

Grou, ruhu çoktan ikiye ayrılsa da bedeninin bir bütün olduğunu düşünen zavallı seni...Anlatsam sana yaşadığın hayatın ve deneyimleyeceğin ölümün gerçeklerini, inanmazdın bana değil mi ? Bu korkun da o yüzden işte, baksana gözlerime, sana lanet okuyan şu zavallıların yüzlerine baksana. Nasıl da içten içe senin gibi olmak istediklerini görsene !  Aldığın her can için en az yüz fransızın kurtulduğunu anlayabilseydin,  farklı şartlar altında kahraman ilan edileceğini bilseydin de sana veda etmem bu kadar zor olmasaydı.

Ah Grou ! Sana artık isminle hitap etmek ürkütmüyor beni. Bir yabancıydın, aşık oldun, benim tatlı cânim oldun, şimdi kanın devrime çiçekler açtıracakken neden "yoldaşım" olmayasın.

"Kalabalıktan bir kadın bakışlarını gökyüzüne doğru kaldırıp sessiz birkaç kelime söyledi. Bu kadın Tanrı'ya ne inanmamazlık ediyor, ne de O'na güveniyordu. Yaptığı şey sadece az sonra yitip gidecek, insanfsızca aldığı tüm  canlara rağmen masumiyetini kaybetmemiş aşığına, rahatlaması için rüzgarla gönderdiği bir parça teselli sözcüğüydü.

Grou, esen rüzgarı son kez atan kalbinde tüm şehveti ve güzelliğiyle hissettiğinde gözlerini açması gerektiğini anlamıştı. Kalabalığa baktığında ağır ağır kalkan birkaç yumruk gördüyse de umursamadı, o kalbindeki son esintiyi ona bahşeden sevdiğinin oralarda bir yerlerde olduğunu anlamıştı, ve artık son göreceği şeyin sade özgürlük sembollerinden öte bir şey olacağını biliyordu."  

Sefil (Bella 2. kısım)

Sana biraz sefaletimden bahsedeyim ey sevdiğim. Senden gelecek en ufak duygu, acıma bile, kabulümdür. Belki de kafam yerinden ayrılırken bu acıma duygusu bana bir kez, tek bir kez bakmanı sağlar...

Yaşadığım bir evim yoktu. Orada burada kazandığım paralar belki altı, yedi  tane sefilin kaldığı o köhne odalardan birinde kalmama yeterdi. Ancak...ancak ben seni gördüğüm güne kadar babamızın lanetine uğradığımı ve onun rahmetli havalarıyla belki, ama belki birazcık kutsanacağımı düşünür ve gecelerimi sokaklarda geçirirdim. Kimi zaman Seine nehri kenarında çürümeye bırakırdım kendimi, kimi zaman da çingenelerin konuğu olur, onların şaraplarıyla ve günahkar tutkularıyla uykulara dalardım.  Ama en sevdiğim, yani irademi en çok sınayan geceler hep Paris'in taş sokaklarında geçti. Etrafımda fareleri bile afiyetle midesine indirebilecek insanlar varken topladığım otlarla beslenmek bana daha doğru geliyordu. Bazen kendime bu şarlatanlıktan vazgeçip, ölmemek için et yemem gerektiğini salık versem de her seferinde yanıma gelen bir kedi veya köpek beni bu düşüncelerimden alıkoyuyordu. Onların sevgisine ihanet edemezdim, tanıdığım tek sevgiyi mideme indirmek benim için bile alçakça bir davranış olurdu sevgili Bella'm.

Kim derdi ki sokaklarla lanetlendiğini düşünen sefil Grou'nun, gün gelip o sokakların laneti olarak anılacağını...

Ah Grou..Sefillerin bile tepeden baktığı rezil aşık! Şimdi fırsatın olsa kaçar gider misin? Yoksa kanlı ellerini Bella'nın dudaklarına sürme çılgınlığını aklından geçirdikçe, O'nun nezlinde Paris sokaklarını süslü cesetlerle kirletmeye devam mı edersin?

Ah Bella...Gözyaşlarının gül suyu olup döküldüğü o bahçeden ne vakit çıkıp gideceksin ?

Ah...Bella ! Acaba bir gün bu sefil aşığının mezarının kenarından geçecek misin ?

Tanrım, aklımı başımdan alan bir kadın, başımı gövdemden ayıran bir giyotin sundun bu sefil delikanlıya. Peki ya... Beni kabul edecek bir toprak parçası da ihsan ettin mi şu terk etmek üzere olduğum dünyaya?

24 Temmuz 2015 Cuma

Bella, Merhaba !

 Uğruna dökülen gözyaşları, damarlarımdan sızan ince ve pis kana karıştı.  Bella ! Daha kaç ceset gerekli, senin güzel kokunu,o narin vücudunu bu leş Paris sokaklarında bir ibadet yeri gibi görenleri etrafından uzaklaştırmam için. Daha kaç erkeğin boğazını parçalayıp çiçeklerle dolu mektuplarla süslemem gerek !
İdam edilmek, giyotinin parlak adaleti altında sana son kez bakabilmek olacak bu aşığının kurtuluşu. Biliyorum...Ah Bella, cehennemi andıran kızıl buklelerin o süt rengi göğüslerine uzanırken ne de güzel bir tezat oluşturdun şu kısacık aklı selimliğime. Masmavi gözlerin mutluluğumun umutsuzluğa yelken açtığı bir deniz, ince elmacık kemiklerin dudaklarımı kesip atmak isteme sebebim oldu.
Ah Bella!
Ne de güzel şakıyorsun verandadaki tozları süpürürken. Ne de güzel gülümsüyorsun şu kalleş varoluşa inat...
Ve şu hayattaki tüm korkularıma inat,o gülümsemene karşılık vermeyen adamı öldürdüm önce. Ne kadar da şanslı bir adamdı oysa !  Uzun boylu, yakışıklı ve hatta zengin olduğunu ima eden giysiler giyen o minik asilzade, yolda geçerken seni ve adımlarını farketmeme gafletine düştüğünde yitirdim aklımı.  Sen pembe bir etek giyiyordun. Ben sırtımda bir un çuvalı, beyazın kirle sevişmesini sahneliyordum. Sen her adımda sanki bir dans figürü yaratıyordun, ben dizlerimin titremesini önleyemiyordum. Ve sen o mösyö'nün gözlerine bakarken ben sadece ikinizin ne kadar yakışacağınızı düşünüyordum.
Hayır, hayır...Seni kendime yakıştıramazdım. Bu sana hakaretlerin en büyüğü olurdu ! Sen o uzun, saçları altın gibi parlayan beyfendinin kollarının arasında olmalıydın. Senin deniz gözlerin, onun soluk bakışlarına hayat verecek birlikteliğinizden Babil'in asma bahçelerine yakışır güzellikte nice güzel geceler doğacaktı.
Hayır, seni kendime yakıştıramazdım... Ben kir rengi, kemikleri Tanrı'nın nimetlerine küfretmiş bir iblis gibi tek tek ortaya çıkmış bir adamdım. Cebimdeki birkaç bakır para tüm geleceğim sayılırdı. Bu geleceğe seni hapsetmek akıl kârı değil, düpedüz delilik...olur du...
Bella ! Aklımı başımdan almak senin  kaderin miydi?
Sana aşık olmak, seni arzulamak benim cehennemim mi?
Ölmüş gitmiş ailemin yüzüne bakmaktan alı koyma beni ! Sana aşık olmak, ibadet olmalı değil mi ?
Ben bu düşüncelerle kavrulurken, bu düşüncelere rağmen ayakta durabilirken...
Sen o beyfendinin gözlerine bakıp gülümserken, birbirinizin yanından medetsizce geçerken...
Bir cani olmaya karar verdim. Nasıl senin bakışlarına karşılık vermezdi bu soysuz köpek. Bu aşağı ruh bile senin varlığında imana gelirken, o Tanrı'nın özendiği kul, nasıl olur da seni görmezden gelirdi.
O gözleri taşımasının anlamı neydi? Peki ya diğer organları ? Hepsini çöplüğe atmam yerinde olmaz mıydı?
Bella ! Hak vermiyor musun bana. Bunca zaman gölgelerde aşkını fısıldamış bu adam, can vermek üzereyken güneşli bir Paris sabahında, halen yüz mü çeviriyorsun bana ?

5 Temmuz 2015 Pazar

Deliler 3

"Ben kötü biri olmadığımı hatırlıyorum," dedi. Yaşlı adamın mavi gözlerinin nemine yüzündeki gülümseme zıtlık katıyor, ellerinin titremesini zor zor önlediği belli oluyordu. Burada kaç zamandır bulunduğunu ya da neden burada olduğunu bilmese de içine işleyen bazı şeyleri hatırlayabiliyordu. "Sadece iyilik yapmayı pek beceremezdim," diye devam edip son nefesini verince hiçbirimiz şaşırmış görünmüyordu.Yuvarlak masa etrafında dizilmiş deli şovalyeler gibiydik. Tek eksiğimiz bir yuvarlak masaydı diyebilirim.



"Hiç durmadan, hayat öğütür devreden bu çark,

Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark."

Sandalyelerimizi ölü adamla başbaşa bırakıp odalarımıza doğru gitmeye başladığımızda duydum onun sesini. Sanki hatırlayamadığım geçmişime dair tüm güzel şeyler o seste hayat bulmuş, bana doğru gelmeye başlamışlardı. Dönüp baktığımda gördüğüm varlığın güzelliğini size anlatmam imkansız. Eğer daha önce âşık olduysanız ne demek istediğimi anlarsınız. Beni vuran insanı tarif etmem elbette mümkündü.Omuzlarının altına uzanan siyah saçları ve korku dolu iri, mavi gözleriyle önümde duran bu kadın üzerindeki beyaz elbiseyle karşımda duruyordu işte. Ancak içimi delip geçen o kurşunu nasıl anlatabilirim ki size ? Nasıl bir güzellik insanı böylesine  hem mutlu eder, hem de kedere boğar ? Evet kederlenmiş ve birden bire kendimi onun karşısında yere atmıştım. Çığlıklarım korkularımla yarışıyordu. O kadını bir daha görememe düşüncesi tüm anılarıma sonsuza kadar veda etmekle eş anlamlı gelmişti birden bire.

Gözlerimi açtığımda herkes ve her ses kaybolmuştu. Karanlık odamda bir başıma kendime gelmeye başlıyordum .


24 Haziran 2015 Çarşamba

5. şarkı

nasıl bir insan
göremez kendisini
ışığın içinde
ve karanlığa göçmenin
en taze
en soğuk olduğu gerçeklikte

nasıl bir insan
korkar cesaret etmekten
saklanır kendi ardına
nasıl bir insan
düşer binlerce dikenin ortasına
daha tatmadan gül yapraklarını
kanatır dört bir yanını
o kan içinde
o gece
bu sözlere kanar
sonrada ağlar

ben
nasıl bir insanım diye

peki biter mi?
bu seferlik bitmedi
nasıl bir insan ki
sondan değil de
sonun getirdiklerinden kaçınır
nefes almak için değil
aldığı nefes işe yarasın diye uğraşır

11 Haziran 2015 Perşembe

Deli 2

İki adet boş kağıt istemiştim.
Birine bir şeyler çizip, diğeriyle de uçak yapacaktım. Odamın dışındaki delilerden uzak durabilmek için uzun süredir uçak gibi davranıyordum. Bunun sonucunda ise bir arkadaş istememin garip olduğunu düşünmüyorsunuzdur herhalde. En azından o gerçekten havalanacaktı.Planıma göre, uçan dostumun peşinden koştuğumu gören hasta bakıcılar ve doktorlar kendi aralarında "olmuş bu,"diyeceklerdi ve bana yeni bir menü sunacaklardı.Yeni bir ilaç menüsü, burada yaşayabileceğim en büyük değişiklik olacaktı.
Beyaz haplardan gına gelmişti. Beyaz haplar artık beni uyutmuyordu, sadece kısa bir süre için avutuyorlardı o kadar.
Kırmızıların ise başından beri ne işe yaradığını zaten anlamamıştım. Ama tahminimce bir işe yaramadıklarını düşünmem benim için iyiydi. Sonuçta gerçekten deli biri olsaydım o ilaçların işe yarayıp beni kendime getirmesi gerekirdi. Gerçi buraya geldiğimden beridir espri anlayışımı kaybetmeye başlamıştım,  eğer bu iyileşme sürecinin bir parçasıysa bunu kabullenmek gerçekten zor olacaktı. Nereden geldiğini hala çözemediğim deniz kokusu bir kez daha burnum derinliklerine işleyince hediyelerimin geldiğini anladım.
Kağıdın birine bana verilen, kendimi öldüremeyeceğim, boya kalemleriyle bir uçak pisti çizmeye başladım. Çizimin yarısına geldiğimde kendimi öldürmek için sivri uçlu kalemlere ihtiyacım olmadığını fark etmiştim.Bunun için tanrı bana bir çift el vermemiş miydi? Evet sanat ruha iyi geliyordu.En azından bulanmaya başlamış zihnimi açıyordu. Gülümsedim. Gülümseyince aklıma önce o güzel kadın, sonra da birkaç dize geldi.

"Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken.."

Aklımda Nazım'ın dizeleri, kalbimde sadece güzel diyebildiğim bir kadının nefesi varken yaşamaya devam edemezdim. Sadece yaşayabilirdim. Nankörce ya da hoyratça olduğunu sorgulamadan, bir daha gerçek deniz kokusunu içime çekip çekemeyeceğimi bilemeden sadece yaşardı insan.

"Yağmur mu yağıyor ?" diye bağırdı deli öğretmen. Odanın penceresi yoktu. Bugüne kadar çatıya damlayan tek bir yağmur damlasını duymamıştım.
"Ne yağmuru hocam?" diye karşılık verdim.O bana sesini duyurmak için bağırırken, ben de gür bir sesle seslenip oyunu devam ettirmiştim.
"Uçak ıslanmış ya ."
Ağladığımı o zaman fark ettim. Sesimdeki çatallıklar da şimşekler olmalıydı onun için. İlaç saati geliyordu. Hemen gözlerimdeki yağmuru silip çalışmaya devam ettim. İlacımı almaya arkadaşımla gitmiştim. Gerçi o benden hızlı gidiyor diye biraz bozulmuştum ama bir şey demedim. Sonuçta benim yolum yağmur bulutlarıyla çevriliydi.

Yarın mavi bir güneş doğar mıydı?


----

Slipknot - Snuff [OFFICIAL VIDEO]

9 Haziran 2015 Salı

Deli 1

Akıl hastanesi güzel bir yer olabilir.Ancak burası bir tımarhane ve etrafımda onlarca deli varken, üstelik her biri kendisini akıllı, beni de zırdeli olarak görürken ilaçlar bile güzellik kavramını hatırlatamıyor bana.

Buraya geldiğim gün, aslında bir iş görüşmem vardı. Büyük bir şirketin aradığı küçük adamlardan biri olmak için öylesine hevesle giyinmiş ve yola çıkmışken nasıl kendimi burada buldum ? İnanın ben bile emin değilim. Sanırım deliliğimin başladığı yol hatırlamak istemediğim bir ara sokaktan geçiyordu. Az hatırladığım dakikaların arasında yani orta kesim zaman aralıklarında aklımda akbilin doluluk oranı, yüzümün üstünde ise güzel bir kadının tokatı vardı.

Tokatın acısı ve kalbimdeki anlık sızı eşit değildi. Gözlerimin karartısı ve yeniden açılması arasında geçenler birkaç endişeli ve anlamsız sesten ibaretti. Sonrasında kendimi karanlık bir odada buldum. Kendimi buluşum ve kendime gelişim arasındaki seslerin de anlamsızca hatta kararsızca geldiğini söyleyebilirim. En sonunda kaybolan sesler. Karanlık odada bir başıma kaç saat kaldığımı bilmiyorum. En sonunda kapı olduğunu tahmin ettiğim bir uyumsuzluğum aralığından gelen deniz kokusunu duyduğumda haykıracak gücü, daha doğrusu cesareti kendimde bulmuştum. "Oley !" diye bağırdım. "İmdat!" diye bağırdım. "Güneşi getirin" diye bağırdım.

Saatler sonra gelmişti birisi.Kapı açıldığında içeriye hiç ışık girmemişti, sadece o deniz kokusu artmış ve ciğerlerimi doldurmaya başlamıştı. İçeriye giren adam"Uyan," demiş ve yüzüme bir el feneri tutmuştu. Adamın boğazına tutunup kendimi cinayet tepesine atmak istediysem de bu dürtülerim tembelliğim yüzünden mağlup oldu.

"Beş dakika daha," dedim gülümseyerek.  Adam çoktan gitmişti bile. Gülümsemem boğazıma düğümlenmişti. Artık uyuşan ayaklarımı hareket ettirmek zorundaydım. Kalktım ve doğruca deniz kokusuna doğru ilerledim.  "Annabel Lee," dedim tokatın ve kalbimin acıttığı vücuduma "Sana mı yürüyorum şimdi bu gece vakti, mezarın mı bekliyor beni?"

Hayal kırıklığı içinde beni bekleyenin o güzeller güzeli Annabel Lee değil birkaç tane pijamalı deli olduğunu gördüğümde gören gözlerime lanet okudum.O güzel kadını görmeden üzerime düşmeyen göktaşına lanet okudum. Umursamazca içtiğim ilaçlar etkisini gösterene kadar ilaçlara lanet okudum ! Gözlerimin ve kalbimin kararması bir arada ilerliyordu. Tam uykuya dalacaktım kulağımı tutan delinin tekine lanet okudum !

"Ne bağırıyon be," dedi deli.
"Ne çekiyorsun kulağımı ?" dedim deliye.
Deli sustu, deli düşünmeye başladı. Düşünme işi uzadıkça adamın ne kadar deli olduğunu anlamaya başlıyordum.Sonunda "Öğretmenim ben, ondan çektim kulağını," deyip ağlamaya başladı. Ağlarken benim ne iş yaptığımı da sormayı ihmal etmedi. "Ben küçük adamım," dediğimde bu sefer ağlaması iyice artmaya başladı.
Umurumda olmadı.
Öğretmeni çok geçmeden yanımdan aldılar. Bu arada bana habis bakışlar atmayı ihmal etmeyen hasta bakıcı ve hasta bakıcı arkadaşı geriye ufak "cık cık," lar bıraktılar. O cık cık ları alıp müsanip bir yerlerine sokmam çok uzun sürmeyecekti. Lakin önce buradan kurtulmalıydım.

Odama (ya da hücreme halen bilmiyorum) gidene kadar önce kendini top zanneden bir adam, sonra da kendini kamyon zanneden başka bir deli üzerime yürüyünce kendimi korumam gerektiğini fark ettim ve kendimi uçak zannetmeye başladım. Uçtuğumu gören deliler bana aşağıdan bakmaya başladığında doğru yolda olduğumu anladım.

Rüyamda Paris'in üzerinde uçuyordum, ve o tokatı kalbime saplayan kadını arıyordum.

İlk günüm ve ilk gecem böyleyken, gerisini kim ne yapsın ? Bakalım...


8 Haziran 2015 Pazartesi

düştün mü

bir düştün mü
bir daha göremezsin
ne o günü
ne gökyüzünü

uyku sek çekilmez
bir düştün mü
ne kadar sabretsen de
sonu gelmez

düştün mü
takılır etrafına gece
takılır gözlerine
gözlerinin içindeki
o acı maziye

bir düştün mü
büyürsün
büyürken acı çeker vücudun
anlamazsın
öyle ya
bir seferlik bir yaşamda
anlamsız bir hayatsın

bir düştün mü
gözden
ve elden
sözden
ve niyetten
artık her mevsim kar
artık hep kapalı yollar


28 Mayıs 2015 Perşembe

Hayaller önemli...

...ancak hayal kırıklıkları daha önemli sevgili boş sayfa, yahut bunu okuyan biri varsa o. Yaşamın bir döneminde rüzgarın değmediği bir parçana, usulca sokulup "hayal kurmaya gerek yok," demiş olabilirsin. Hatta uykuya dalamamanın (peeh!) sebebini de bu hayalleri geride bırakıp yatağa öyle girmenin dışında binlerce kırık gerçekte aramış da olabilirsin. Ama şimdi biliyorsun ki boş bir kabuk parçası değiliz. Sen fiziksel olmaktan  uzak, boş bir sayfa olmayı bile becerememişken nasıl bir kabuk olacaktın ki zaten ! Neyse, ben kendime dönsem iyi olacak. Bugün uzun süredir kurduğum hayallerimin bir ayağı yerle bir oldu. Eğer zaten güvenmediğim bi'şey yıkılsaydı çok da umursamazdım açıkcası, ama darbe öyle bir noktada çatlak oluşturdu ki tuzla buz olmuş tonlarca hayalin bir anda üzerime doğru geldiğini hissettim. En kötüsü de kaçabileceğim bir nokta yoktu. İnsan hayal kurarken,  genellikle bir çıkış kapısı da düşünmeyi hayal edemiyor. Evet saçma, ama benim o an içine düştüğüm durum kadar saçma olamaz. Elimde telefon, hayal kırma timinin yolladığı mail'i algılamaya çalışrıken kafamda aniden bir şarkı belirdi. Bkz:



O anda düşündüğüm tek şey "Neden?" sorusu oldu. Şebnem Ferah candır evet ama neden "yeniden doğup gelsem" diyor yetmiyor üstüne "çocuk kalır büyümezdim" gibi ana babaya zûlmedici kabuskâr laflar ediyor. Kafamda bu düşünceler içinde zamanı öldürürken değil, baya baya süründürürken yıllar önce bir çöp kutusuna attığım ampülün yerine taktırdığım, güneş enerji panelli uht-v380 radyasyon ışıltıcı birden bire yandı. Kısaca söylemek gerekirse aydınlandım .

Spor salonuna bir kez gitmiştim, (merak etme aydınlanmamı anlatıyorum konudan sapmadım) ve amacı anlayamadığım için bir kez de çıkmıştım. Yani o gün ilk ve son günüm olmuştu. Bana göre değildi, güçlensem ne olacaktı etrafımda kavga etmeye meğilli hiç insan yoktu ki. Kavanoz kapaklarını açabilen, on litrelik suyu rahatlıkla taşıya bilen bir insanın spor yapmasını gereksiz bulup eve gidince bir daha orada olan hiçbir şeyi hatırlamayacağımı düşünmüştüm. Ama benim aydınlanmam sırasında o eski hatıra dolu bir kaç saat de gözümde canlandı.


Şu an sizin güzümüzde canlananlar ile aynı işte. Ağırlıktan ağırlığa koşturup duran insanlar (kardio yapanların bu yazıda yeri yok). Kimisi kendisini iyi hissetmek için güçleniyordu, kimisi bağımlı olmuştu, kimi de jigolo olmanın derdindeydi (yalan yok şahitlerim var) Peki ben bu hayallerin altında ezik ezik kalacak mıydım? Benim neyim eksikti ? Şu ana kadar eksik kalan tek şey hayaller olmuşsa bile artık onlara da sahiptim Hem de en ağırından, hem de can acıtan tür o büyük hayallerden.Birkaç saat sonra güçlenmeye başladığımı hissetmek beni şaşırttı.Üzerimden atamıyorum henüz ama en azından onlara dayanacak , hatta ara ara hafiften kaldıracak güce eriştim. Tahmini yaşam çizgim nedeniyle bir kez daha aynı durumla karşılaşacağım çok net. Bu halde yapabileceğim güçlenmek, bir şeyler başarmak istiyorum,Daha doğrusu istediğim bir şeyi başarmak istiyorum. Bunu hayal etmeden başaramam, bunu o hayallerin altında defalarca ezilmeden başaramam.Bunu o hayal kırıklıklarını tek tek üzerimden attığım gün başaramasam da bir gün sonra, bir ay sonra en fazla bir yıl sonra hadi olmadı on yıl sonra başarmak üzere kendimle anlaştım. Olmasa ne olur ? Hazırlıklı olacağım için hiçbir şey olmaz.

17 Mayıs 2015 Pazar

Mektup 1

Nasıl bir evde yaşıyorsun?

Ben, uzun zamandır bu çatı katına sıkışıp kaldım. İçerisinde "biz" devrinden kalan eski eşaların ve küçücük bir pencereden görebildiğim o kocaman dünyanın ortasında yalnız başıma  yaşamaya öylesine alıştım ki, en son ne zaman bir ziyaretçim olduğunu dahi hatırlamıyorum. Gerçi hatırlasam ne olacak ! Senin arkadaşların, o gülümseyen yüzündeki büyüyü benim mânasız ve alkol kokan zoraki dudak kıpırdatmama değişecek değillerdi. Benim arkadaşlarımın nasıl da birer birer hayatımdan koptuğunu ise anlatıp zaten bir  anlam ifade etmeyen zamanımı daha da israf edecek değilim.

Hâlimden memnun değilim desem, yalan olur.Sonuçta en sevdiğim şeylerden olan sessizliğe ve özgürce yaşama ve ölme hakkına sahibim. İstediğim kadar eski filmleri izleyip, rahat  rahat gitarımı çalabiliyorum.Benim kolumdan tutup kendi zamanına ve düşüncesizliğine atacak bir "sen" yok. Tek sıkıntım; bu yalnızlığın sonucunda oluşan sosyal fobiler. Sokakta elli metre yürüdükten sonra kalp atışlarım hızlanıyor. Sanki dikkat etmediğim her adımın sonucu bir insana çarpmakla sonuçlanacak ve zaten iyiden iyiye azalan aidiyet duygum tek bir yumrukla tamamen bitecek gibi hissediyorum. Aslında yakın zamanda bu korkudan kurtulup, mis gibi geçmiş zaman hallerime kavuşmak için evde çalışma işini bırakmıştım.Sonra da seninle hiç gidemediğimiz o rock barların birinde garson olarak işe girmiştim.


Garsonluk işi beklediğimden iyi geçiyordu. Tabii aylık kazancım evde, bilgisayarda birkaç günde kazandığım paranın yanında bir anlam ifade etmiyordu, ama en azından tekrar insanlarla olmaktan zevk alabilme ihtimali doğuran bir işte çalışmak en iyimser deyimle... keyif veriyordu.Suratsız bir eleman olarak iyi bahşiş almamı sağlayan şey sanırım uzun boyumdu. Mekana ilk defa gelenler hep bir şaşkınlıkla yukarıya doğru bakıyor ve gelen karışımların içindeki alkol miktarının azlığından şikayet etmekten vazgeçiyordu. Sık sık gelen insanlar ise yavaştan muhabbet kurmaya başladıklarında o ilk izlenimdeki kötü ön yargılarının yok olmasından keyif alıyorlardı. Bu sohbetlerden zaman zaman hoşnutsuzluğumu belirtip kaçsam da kendime yakın bir kaç kişiyi bulmuşluğum da oldu.

Mesela Aziz. Bir sıkıntısı olduğu açıktı. Aynada kendime baktığımda gördüğüm bakışlara çok benzeyen bir  ifadesi vardı Aziz'in. Genellikle konuşmasa da ara ara ,"Eskilerden birşeyler çalsanıza," diye başlattığı bir sohbetin içinde kalabiliyordum. Bu konuşmalarımızın birisinde O'na derdinin ne olduğunu sormuş, karşılığında ise sadece bir fotoğraf görebilmiştim. Fotoğrafta karanlık bir sokak arasında sarı montlu bir siluet ve garip bakışlı bir  kedi vardı. 

"Bu fotoğrafı çeken kadının arıyorum," demişti sonradan. Bu Aziz'den duyduğum son sözler olmuştu. Karşı masadan müşteri el sallayınca bir şey söyleyemeden onun yanından ayrılmıştım. Aziz bir hafta boyunca gelmeyince, artık hiç gelmeyeceğini anladım. Bazen hala düşünürüm, eğer orada bir süre daha durabilseydim, birilerinin masasına fıstık götüren adam değil de Aziz'in arkadaşı olabilseydim yardımcı olabilir miydim ?

Bu düşünceler, rahatlamaya başlayan zihnimi yeniden bir çelişkiye soktuğu zaman artık o işte devam edemeyeceğimi anladım.

Kendimi mum ışığının bile gün ışığı gibi aydınlatabildiği bu çatı katına yeniden hapsettiğimde, bu mektupları yazmak aklımda yoktu. Ama şimdi, bir şeyler değişecekti ve bunları ilk önce senin öğrenmeni istedim.


9 Mayıs 2015 Cumartesi

♫ Pink Floyd - High Hopes





The grass was greener

The light was brighter
With friends surrounded
The nights of wonder

16 Nisan 2015 Perşembe

olmuyor

ben karamsarım
çok düşünüp
az yazarım
bir de
hep yalandan
konuşmalarım
zaten
hep yalandan
hatıralarım
ölmek de zor gelmiyor şimdi
mâlum, teknoloji gelişti
ama üzmek
üzmek..
ben sevemesem de
severler onlar beni
sen de istemezsin belki
belki de umurunda olmaz
biten bir çelişki
ne bileyim
doğmayı istemezdim sanırım
bana soran olsaydı
o yüzden inanmıyorum
içimde tutuyorum duaları
olsalar bir türlü
olmasalar bir türkü
anlamsız geldi değil mi ?
benim için herşey böyle işte
zar zor nefes aldığım tek vakitler
yalnızlıkla takılıyorum
ya da o bana takmış oluyor
kim bilir ?
daha doğrusu
kim söyleyebilir?
doğrusunu veya aksini
o hiç sevmezdi biliyor musun
benim bu aksiliğimi
ama o hiç bilmedi ki
ona her gülümsemem gerçekti
şimdi ölmek ne güzel olurdu
kandırıp sevdirmeseydim kendimi birilerine
şimdi sevmek ne güzel olurdu
kandırıp terk ettirmeseydim kendimi birine
sahi şimdi "ben" ne halde olurdum
ya da olabilir miyim
günün birinde

bazen karar veremiyorum işte
zor olan yaşamak mı
ölmek mi
ölmemek için yaşamak mı
yaşamak için ölebilmek mi

sana bakıyorum

yine toplamışsın kara bulutları üzerine kaçışacak hepsi aslında bir savursan eteğini yine biriktirmeye başlamışsın yağmurları gözlerinde kap...