24 Aralık 2024 Salı

seni sevmiyorum

seni sevmiyorum
gözlerine bakmıyor
sesini duymuyorum

rüzgar, omzuna düşen tozları
yağmur, bardağından kalanları
melekler, adını bana taşır diye
korkuyorum

seni sevmiyorum
ruhunu hissetmiyor
tenine dokunmuyorum

masallar, mutlu son diye uykularını
şiirler, sana kafiyeli yalnızlıkları
şarkılar, saçlarındaki yıldızları sorar diye
kaçıyorum

seni sevmiyorum
sana tapıyorum

gözlerim değerse gözlerine
yakarım gözlerimi cehennem ateşiyle
dayanamam başka bir çift renk görmeye
sesini dinlesem... yeter bir an bile
keser atarım kulaklarımı
başka bir ses değmesin diye

tozun, toprağın düşerse üzerime
gömülür bedenim mezarların en şehvetlisine
veya içmeye tenezzül etmediğin
bir damla su düşerse göklerden üzerime
dönüşürüm bir anda insanların en temizine
taşırsa melekler adını harabe zihnime
öldürürüm onları, gözümü bile kırpmam
cennetin bile haddine değil
ismini karanlığıma sürümeye

seni sevmiyorum 
sana delicesine tapıyorum
ruhun bir sanat eseri
teninde çalınıyor aryalar
ben kendi derdinde bir kürek mahkumu
duyduğum tek ses pişmanlık ve kırbaçlar

seni sevmiyorum
haddim değil!
sana tapıyorum
senden başka bir ihtimal kutsal değil

sen sonsuzluksun, 
üç elmaya biten masallar benden uzak olsun
sen daha yazılmamış o en güzel şiirdeki aruz'sun
karanlık dizeler bende dursun
sen nakaratına yıldızlar dolanmış şarkıların yazıldığı umut
saçlarındaki notalara dokunan huzursun
..
seni sevmiyorum
sana tapıyorum

10 Aralık 2024 Salı

Vitriol

türbülansa girmiş bilincim
yokluğuna düşüyorum
karanlıkta yanarken cesedim
hatıralarında üşüyorum

kabuslara mahkum düşlerim
uykularını sayıklıyorum
kesilmiş tenden gecelerim
yakamoz kanıyorum

üzeri örtük deliliğin
sakinliğinde çıldırıyorum
titrerken sahipsiz ellerim
yine seni özlüyorum



7 Aralık 2024 Cumartesi

değmez

bu yorgun hallerim
sakinliğim
sessizliğe sadakatim...
iyi biri olduğum için değil
delirmemek için
bir baraj kurdum 
zihnimle
dünya arasında
ufacık bir çatlak olsa
yıkılacak gerçekliğim
ve o saatten sonra
ne olacağını ben de bilmiyorum
öylesine karanlık
öylesine puslu deliliğim
belki daha iyi olur
belki de.. 
iyiliğin karşısında olan ne varsa
saplanır içime
saklanır sessizce
bir şarkı nakaratında
veya güzel bir kadının dudakları arasında
çıkar ortaya
uçuruma düşeriz beraber
bizden kalan ne varsa

aslında
böyle olmasını ben de istemezdim
bir kaç nefes alıp göçecektim
izin vermediler
izin vermediler
izin vermediler


15 Kasım 2024 Cuma

geç gelen saatlere

seni yıldızlara benzetebilirim
veya elmasa, zümrüte yakuta
nehirlerle kıyaslayabilirim saçlarını
"ruhun cennetten kopan bir parça" diye
fısıldayabilirim kulağına
yere göğe sığdıramayabilirim seni
veya dağılırım bir yudum hatıran için zamana 

ancak sen bunlar değilsin
en azından benim için
ne misin?
sağlam bir ip gibisin
düştüğüm karanlık kuyudan beni kurtarıp
tekrar hayata bağlayan
bir parça kömür gibisin
kalbimin buzlarını çözen sobayı yakan
bir yudum su gibisin
boğazımdaki tozlu yalnızlığı yıkayan
sen
bir tek sen gibisin
beni ben yapan

o yüzden böylesine değerlisin
yıldızlar söner
kurur nehirler
ruhlar kaybolur
susar saatler
ama sen 
sen çözüldükçe
yandıkça
tükendikçe 
kalbimde hep yenileneceksin
hep yeşereceksin...

13 Kasım 2024 Çarşamba

öylesine...

öyle güzelsin ki
okyanus mavisine
bir şimşeğin çarpması gibi
sükûnet ve tutkunun
buluştuğu yer bakışların

öylesine güzelsin ki
kurak çöllere
gökyüzünün damla damla düşmesi gibi
çaresizliğin ve umudun
kavuştuğu yer dudakların

öylesine güzelsin ki
gecenin kör vaktine
yıldızların sarılması gibi
ışığın ve huzurun
seviştiği yer saçların

öylesine güzelsin ki
ruhsuz bir bedene
can üfleyen bir tanrı gibi
yokluğun ve varlığın
doğduğu yer yanakların

3 Ekim 2024 Perşembe

özledim

Hoşça kal veya elveda
sen nasıl istersen
öyle gidiyorum bu evden

anılarımızı bıraktım anahtarlığa
sen yine de değiştir kilitleri
girmesin gizlice benden bir parça

hayallerimi sarıp bir kağıda
bıraktım balkondaki küllüğün yanına
sarma sevmediğini biliyorum ama
işte
belki ikram edersin sevdiğin adama

yalan söylemeyeceğim
çıkmadan son bir defa
dönüp baktım fotoğrafına
hani "sevdiğim en güzel şey'sin" derdim ya
ayrılıklar dahil edildiyse sevdaya
ayrılıkların da en güzeli sensin aslında








3 Eylül 2024 Salı

eylül

siyahlara bürünmüş eylül
omuzlarında çiğ damlaları
kalbinin dallarında sincap yavruları
gölgesi takip ediyor saatleri 
günleri ise sessiz bir gözyaşı

ben kayboldum bu mevsim geçişinde
iki yanımdan düşerken zarif
ve tabii ki muhalif isyan bayrakları
sessizliği benimsedim sensizliği de
ve tabii ki umurumda değil 
ayaklarını sürüdüğün göç yolları

eylül, şımarık rüzgar gülü misali
sallanırken üzerindeki incecik tül
gülüyor halime yahut üzülüyor halsizliğime
ben bunları bilecek kadar yaşamadım
bilsem de zaten anlayamazdım
tam bir budala sayılmam elbet
ancak dünyayı anlayacak kadar da yozlaşmadım

23 Ağustos 2024 Cuma

İstanbul

Kalabalık bir caddenin
Loşa çalan ara sokağında
Oturmuş, birasını içiyor
Elindeki fotoğrafa bakıyor
Dünya umurunda değil
Bir kuş pisleyebilir kafasına 
Ya da kıyamet kopabilir bir anda

"Sesleri duyuyor musun ?"
diye soruyor fotoğraftaki kadına
"Herkes nasıl da yapışmış hayata
Gacır gucur ruhları dolanıyor ayaklarına"
Öpüyor fotoğrafı
Kalbine götürürken sevdiği kadını
Bir fırt daha çekiyor sigarasından
Bir yudum içiyor birasından
Bir gün daha kapatıyor geri kalan hayatından

Ayağa kalkıyor, sendeliyor 
Elleriyle sıkıyor fotoğrafı
"Tutunacak başka neyim kaldı?"

Ağır ağır uzaklaşırken
Çıkmaz sokak yazan tabeladan
Bir şarkı mırıldanmaya başlıyor
Kimseye duyurmadan


19 Ağustos 2024 Pazartesi

Var

Bir kadeh roze şarap sarhoşluğunda
Gün batımının peşine takılıp gidesim var
Kaçan güneşi yakalayamasam da
Gecenin kovaladığı bir adam olasım  var

İkinci bir emre kadar sessizliğe kavuştuğumda
Kalbimdeki tüm fırtınaları açık denizlere dökesim var
Ölümün serin dudakları enseme yaklaştığında
O dudakları kanatana kadar öpesim var

17 Ağustos 2024 Cumartesi

iç dökme

İsteyerek yaşamıyorum bu hayatı. Acı ve kederden başka ne var ki? Yaşadığım her gün ölmüyor mu sanki içimde bir şeyler? Kalbimin arada bir parlamasının sebepleri sonuçsuz kalmıyor mu her zaman? Beynimde yankılanan seslerle mücadele edip duruyorum. 

"Neden böylesin?"
"Umursama"
"Kimse seni sevmiyor, sadece katlanıyorlar.."
"Zararlı bir alışkanlık kategorisine giriyorsun"

Bu seslere yenilmenin kıyısındayken sigara içmek istiyorum. Kanser düşündüğüm son şey. Bunu kendimden başka kimseye anlatamıyorum çünkü beni kendimden başka kimsenin anlamayacağını biliyorum. Tanrıya veya kutsal şeylere inanmıyorum bu sebeple kendi canımı alırsam herhangi bir cezayla karşılaşacağımı da düşünmüyorum. Ancak, aptalca bir huyum var : Umudumu tam olarak kaybedemiyorum. Bir an yaşanıyor, sanki her şey hani her şey olmasa da hayatımın bir bölümü güzelleşebilirmiş gibi hissediyorum. Korkularım saklanıyor varlığından habersiz olduğum bir karanlığa. Elbette o saklandıkları yerden gelen tıslama seslerini işitebiliyorum ancak önemsemiyorum. Aptallığın ve umudun kesiştiği bu çıkmaz sokakta uzun uzun seninle takılmayı o kadar çok isterdim ki...Soluğun yüzüme tatlı bir meltem gibi eserken gözlerinde kaybolmayı nasıl da... 

Genellikle karamsar düşünceler mezarlığında, mevsimsizce açan bu hayal çiçeklerini koklayarak uyuyabiliyorum. Yorgun bir idam mahkumunun, son sabahına kavuşmak için erkenden uyuması gibi bir çaba benimki de işte. O soğuk duvara yaslanıp uyumanın, ölüme bu kadar yakınken nasıl böylesine canlı hissettirdiği gerçeği ne kadar olasılıksız gözüküyor değil mi? Hani bazen komik bir şeyler söylüyorum da ikimiz de ân içinde kaybolup gülüyoruz ya işte neredeyse ikiz kardeş gibi yakın benim için bu duygular. İçin için ağlamak geçerken gözümün bir kenarından, biliyorken senin nasıl da uzaklaştığını an ve an, gülersek belki daha güzel geçer diyorum zaten geçecek zaman.

Uzak bir ülkeye kaçmayı düşünüyorum bazen. Bunu yapacak gücüm ve cesaretim de yok. Şu anda bile sanki binlerce ince, demir kılıç saplanmış ruhumun çoktan pes etmiş bir şövalye gibi yılgın içkinliğine. Ve ben bu kılıçların arasından sıyrılmaya cesareti olmayan bir köleyim. İmparatoriçeme sonsuz aşkla bağlı bir köle. Ne senin yanına yakıştırabilirim kendimi ne de geceleri kendimi bulduğum zindanda adını sayıklamadan nefes alabilirim.

14 Ağustos 2024 Çarşamba

boşluktan

Kalbimdeki soğuk boşlukta
İsimsiz bir mezar var
Bazı geceler, birileri gelir
Sarı yaprakların hışırtısı
ve Dua yankılarıyla
Bu sahipsiz ölüyü anarlar
Ancak çoğu zaman
Yalnızdır bu mezar
Unutulmuşluktan öte
Hiç var olmamış gibi
Sanki çok sevmiş de
Hiç sevilmemiş gibi
Öylesine ıssız
Öylesine sahipsiz
Devasa harabelerin gölgesinde
Güneşin ufacık bir dokunuşunu bekler gibi

13 Ağustos 2024 Salı

Zarafet

Karanlık ve çıplak bir şehirde
Elinde solmuş bir demet çiçekle
Yürüyordu sessizce

Gözyaşlarının hazin gölgeleri
Dağılmıştı kırmızı elbisesine
Paramparça bulut desenleri
Sadece bir başlıktı hayat hikayesinde

Soğuk ve berrak bir nehirde
Saçlarına taktığı beyaz çilelerle
Süzülüyordu sessizce

Hiç beklemediği, ama hep istediği
O güzel günlerin hayaliyle
Yanıp tutuşurken yalnızlık içinde
Çığlıkları yankılanıyordu titreyen ellerinde

Issız ve karmaşık bir evde
Gözlerine çektiği siyah gecelikle
Uyuyordu sessizce

Hayat ona adil davranmamıştı
O hayata hiç alışamamıştı
Bu sürgünün ne zaman son bulacağı
Ufak bir mezar taşına yazılacaktı


  

5 Ağustos 2024 Pazartesi

Son kez

Gece yarısı olmuş gözlerinde
Uykuya hasret bir bakış var
Yaprak kımıldamayan kalbinde
Kim bilir kaç ilkbahar cansız yatar

Üzerine düşen ağırlığın her zerresinde
Küçük bir kızın hayalleri yaşar 
Sen bir daha yıkılmak istemesen de
Sırtına çoktan saplanmış oklar

Seni anlatırken bulutlar yeryüzüne
Damla damla güzelliğin yağar
Ve ben, kapılıp giderken seline
Sonunda huzur buluyor, ruhumdaki girdaplar


21 Temmuz 2024 Pazar

Başlıkta Bir Sonsuzluk

Sonsuzlukta bir okyanus 
Okyanusun ortasında ufak bir sandal
Sandalın içinde bir deli
Delinin aklında bir kadın
Kadının bakışlarında bir öfke
Öfkenin ardında bir tutku
Tutkunun peşinde bir aşık
Aşığın defterinde bir şiir
Şiirin dizelerinde bir isim
İsmin yanında bir damla kan
Kanın kızıllığında bir şarap
Şarabın tadında bir fırtına
Fırtınanın tanrısında bir kitap
Kitabın girişinde bir başlık
Başlıkta bir sonsuzluk





17 Temmuz 2024 Çarşamba

ödünç kelimeler

senden beş kelime aldım bu gece
yirmi iki harf dokuz hece
gökteki yıldızlardan biraz eksik
aydan biraz parlak, yansıdılar şiirime

veda ile başlayalım istersen
ben sana veda edemem, ölürüm sadece
öyle bir başıma, karanlık gecede
sarılır yatarım yalnızlığa, sen gitsen bile

eski demiştin 
eski bir kalbe hayatı da sen getirdin
sisler sarmışken gözlerimi
bir anda sabah oldun, güneşi getirdin

güçlü biri sanırdım kendimi
ancak
bir kez daha gülersen bana böyle
yıkılıp kalıcam dizlerinin dibinde

kayıp, nereden geldi acaba aklına ?
üzülüyor musun gözlerinin önünde
aşkın içinde kaybolmama?
yoksa bulup çıkartmak mı istiyorsun beni
ve sarılmak kayıp dizelerime sıkıca

ve son olarak
toprağı sundun bu faninin aklına
iyi de ettin aslında
ölüp gideceğimi, biliyorum, yakın zamanda
olur da düşerse yolun bir gün mezarıma
bir çiçek bekleyecek seni toprakta
yaşarken hiç sunamadığım renkleri huzuruna
yetiştirecek sana tutkun ruhum torağın altında

sana bir şiir yazdım bu gece
yedi kıta ve bir sürü dize
sen gökyüzünü sundun bana
benim sana vereceğim tek şiir bu dünya
o da dönüyor senin güzel hatrına

13 Temmuz 2024 Cumartesi

izmarit

yaslandım eski bir hatıraya
peşi sıra geçen mevsimleri izliyorum
yaşlandım elbet zamanla
peşinden yaktığım sigaralara benziyorum

bağlanmadım aslında sana
aksine, ilk defa özgürlüğü tadıyorum
aşk ne kadar da benziyormuş nefes almaya
her iç iç çekişte daha çok seviyorum

artık bir umudum kalmasa da 
ara ara ellerini tuttuğumu hayal ediyorum
hayallerin umuttan daha sıcak geldiği anda
seni kimsenin özlemeyeceği kadar özlüyorum

5 Temmuz 2024 Cuma

Otobüs


 bir otobüs camına

yaslanmış uyuklarken

eski bir rüyada

sana esir düşmüşken

bir anda

rüzgar vurdu canıma

adın esiyordu içinde

biraz ara verdim yaşamaya

ve özledim sadece



iki dizelik şu hayatımda

kim bilir hangi noktadayım

çok düştüm, çok üşüdüm

yine de işte buradayım



Gitmedim bir yere

Elini tuttuğum o andayım

söyledim ya daha önce

kalbinde değilim, kapındayım

sokağında, aklındayım

seninle aynı zamandayım

ben karanlıktayım ama

gece baktığın o yıldızın arkasındayım





gecenin en üç saatleri

giden, gitmiş çoktan

artık sırlar bile sıradan

nefesim ve sigaram

tartışıyor uykusuzluktan





Gitmedim bir yere

Elini tuttuğum o andayım

söyledim ya daha önce

kalbinde değilim, kapındayım

sokağında, aklındayım

seninle aynı zamandayım

ben karanlıktayım ama

gece baktığın o yıldızın arkasındayım

mahkum

başıboş hevesler hapishanesindeyim
bir yanımda esir düşmüş duygular
bir yanımda yalnızlığa mahkum kalabalıklar

volta atıp duruyorum yalanlar avlusunda
sahtekar bir güneş dokunmaya çalışıyor omzuma
aldırış etmiyorum, ben çoktan yandım zaten diyorum
seni düşünüyorum, ısınıyorum
dolandırıcı ay ışığı düşüyor yatağımın ucuna
umurumda değil, arkamı dönüp uyumaya çalışıyorum
rüyamda gözlerinin gelgitlerinde boğulmayı istiyorum

yanlış anlama
kaçmak gibi bir niyetim yok bu mahkumiyetten
seni sevebilmek için tekrar tekrar vaz geçerim özgürlüğümden

hem düşünsene bir, ne önemi var!
pencerem isterse dünya olsun, isterse bir kuş kadar
sen geçeceksen arada önünden
bu kalp hep aynı sonsuzlukta çarpar
  

28 Haziran 2024 Cuma

Ne me quitte pas

ismini fısıldadığım karanlık sokaklara
ışığını gönderiyor tanrı, benzemiyor saçlarına
daha soluk, daha cansız cennetin parıltısı
ve daha çaresiz, saçlarının hayaliyle yarışmaya

dudaklarını düşlediğim dipsiz zindanlara
ateşini gönderiyor şeytan, o bile yanaşmıyor yanıma
utanıyor, görmemiş daha önce böyle bir kırmızı
cehennem ateşi bir yanda, ben bir yanda
kavruluruz, dudaklarının harlanmış kıvrımlarında

ruhunu aradığım ıssız adalarda
gözlerini anlatan roman sayfalarında
seni sen yapan kainatın huzurunda
şimdi haykırıyorum, muhtacım varlığına
gitme beni bırakıp bu karanlık dünyaya
kül olayım savrulayım da baharına
bir daha donmasın kalbim yokluğunda
tut ellerimi, ister yok et ister sar sıkıca
ama gitme, dayanamam sensiz bir yok oluşa









 

26 Haziran 2024 Çarşamba

0043

iyi geceler dileme zaten bana
iyi geçmeyecek ki senden uzakta
yine de doluyor insan bazen
boşuna da olsa umutlanmaya

25 Haziran 2024 Salı

Özgürlük hakkında bir deneme (Giriş 1)

    Tarih boyunca özgürlükle ilgili pek çok düşünce öne sürülmüştür. Örneğin: Alexis de Tocqueville: "Özgürlük, her şeyden önce özgür düşünebilme yeteneğidir." diyerek özgürlüğün bir yetenek olduğunu söylerken, J. Locke özgürlüğün bir hak olduğunu ileri sürmüştür. Bu kavramın kafa karıştırıcılığı öylesine yoğundur ki nihilist filozof F. Nietzsche bile "Özgürlük, başkalarının özgürlüğü ile sınırlandığında anlam kazanır." diyerek özgürlüğün bir sınırı olduğunu dile getirme gafletine düşebilmiştir. Bunun neden bir gaflet olduğunu yazımın ilerleyen kısımlarında daha detaylı anlatmayı uygun buluyorum. Varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre'a göre ise insanın özgürlüğe mahkumdur ve yaptığı her şeyden sorumludur. Sıradan insanlara göre ise özgürlük genellikle kendi işine gücüne bakıp başkalarının hayatlarına burnunu sokmadığın sürece istediğini yapabilme düşüncesinin bir kaç farklı varyasyonundan oluşur.
    
    Özgürlüğü bu söylemlerin hiç birinin karşıladığını düşünmüyorum. Özgürlük ne bir yetenektir ne de sınırları olan bir hareket durumu. Özgürlükle ilgili düşüncelerimin temelini anlatabilmek için öncelikle bilimden yardım almam gerekiyor. Günümüzdeki bilimsel gelişmeler sayesinde DNA ve insan hayatına etkileri hakkında oldukça önemli bilgilere sahibiz. Genetik kodlarımızla göz rengimizden, ilaçlara nasıl tepki vereceğimize kadar her şey insanın kendi varlığının farkına varmadan belirlenmiş oluyor. Fizyolojik ve psikolojik pek çok rahatsızlığa yatkınlığın temelinde DNA'mıza yazılan kodların etkili olduğu bugün tartışmaya kapalı bir gerçek. Peki bizi bu kadar etkileyen bu kodların bir noktasında özgürlük algımızın da olması sizce çok mu uçuk bir teori olacaktır? Hiç sanmıyorum. Görüşlerimin pek öne çıkmayacak ancak sağlam kalmasını sağlayacak bölümünü yani temelini işte bu görüşe dayandırıyorum.

    Özgürlük genetik bir olgudur. Bunu cinsiyetle aynı kefeye koymanızda bir sakınca yok emin olun. Nasıl her insan bir cinsiyet ve o cinsiyetin gerektirdiği biyolojik ekipmanlarla doğarsa (nadir genetik rahatsızlıklar hariç) aynı şekilde özgürlük kavramıyla da doğar. Bir erkeğin ve bir kadının kendisine biçilen roller dahilinde davranması toplumun onları sürüklediği bir yolun sonucu mudur yoksa kendi tabiatları mı toplumu şeklillendirmiş ve ötesinde bu şekillenmenin sınırlarını mı belirlemiştir? Gelin öncelikle bu sorunun cevabını arayalım. Böylelikle temelini attığımız düşünce binasının giriş katını tamamlayabiliriz.

    Modern dünya üzerinde süregelen tüm tartışmaları bir kenara bırakırsak insan denilen varlığın iki cinsiyete ayrıldığı bir gerçektir. Aynı anda dünyaya gelen bir erkek bir de kız bebeği düşünelim. Bu iki bebek birbirlerinden ayrışmaya anne karnında başlamıştır. Genetik yapıları, kromozomları farklılıkları, fizyolojik yapıları doğduklarında beklenilen şekilde karşılanmalarına zemin hazırlamıştır. Eline sağlıklı bir kız veya erkek bebek alan doktor herhangi bir şaşkınlık geçirmez ancak doktorun, cinsel organı alnında çıkmış bir bebeği kucağına aldığında vereceği tepkiyi az çok hepiniz tahmin edersiniz. İşte evrimsel olarak sevilmeye, bakıma ihtiyaç duyan bir canlı olan "bebek" herhangi bir mutasyon geçirmediyse olması gerektiği haliyle doğar ve ailesi tarafından kabullenilir. Şimdi bunu davranış bağlamında değerlendirelim. Bir kız çocuğunun kız çocuk rolüne uygun davranması toplumun etkisinden ötürü müdür yoksa evrimsel süreç nasıl onu (ve diğer tüm yeni doğan canlıları) "sevimli" bir halde dünyaya gelmeye ittiyse bu davranışlarının sebebi de evrimsel bir yapının sonucu mudur? Ben ikinci seçeneğin daha akla yatkın olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki insanı bir hediye paketi gibi düşünürsek (bu paketi ister Tanrı'nın ister evrimsel sürecin hazırladığını düşünün) bu hediyeyi alan insan önce onu kabul etmeli, pembe renkten nefret eden "maskülen" bir erkeğe bir gün kargoyla pembe, çeşit çeşit sevimli çıkartmalarla süslü bir hediye paketi geldiğini düşünelim. İlk tepkisi bu hediyeyi reddetmek olacaktır. Belki arkadaşları ona şaka yapmıştır, belki de eski sevgilisi onun cinsel yetersizliğiyle dalga geçmek için böyle bir paket göndermiştir kim bilir? Bu paranoyak düşünceleri atlatmak bir insan için zordur. Neyse kabullenilmek, yani hediye paketini insanın doğduğu zamanki hali olarak düşünebiliriz. Sonra da tabii içeriği geliyor. Bu pembe, süslü paketi sevinçle kabul edecek bir ebeveyn hediye paketinin içeriğinin de tabii ki kendi zevkine hitap etmesini bekler. Şimdi soruya geçelim sizce Tanrı ya da evrim doğru hediyeyi yanlış paketle gönderecek kadar akılsız olabilir mi? 

    Tabii ki olamaz! Bakın şakacı demedim, ikisinin de espri anlayışı olduğunu düşünmüyorum ki dikkat ederseniz o yüzden ikisinin de en ateşli savunucuları genelde suratsız tipler olurlar. Hayır burada bir hata veya espri söz konusu yok. Paket ve içeriği uyumlu olacak ki insan ya Tanrı'ya kulluk etme görevini devam ettirebilsin ya da evrimsel olarak başladığı yaşama devam edebilsin! O halde biz, toplumun bize verdiği cinsiyet rollerini yerine getirmiyoruz aksine bu rolleri biz yazıyoruz, peki bizi bu yazıya nokta koyup kısıtlamaya iten şey ne? Neden bir kamyon şoförü deyince aklımıza erkek, bir hemşire deyince aklımıza kadın gelir? Bir noktada kendi içsel doğamız kendimizi koruyor olabilir mi? Biz, insan denilen varlık, bakıma muhtacız. Bu muhtaçlık içimize öylesine işlemiştir ki ne kadar yaş alırsak alalım sevgi duygusundan mahrum kalmak sıradan insanın olduğu kadar kendisini en "sıra dışı" olarak tanımlayan insanların bile aslında korkulu rüyasıdır.  (Bunu tabii ki bilimsel bir veriyle açıklamayı planlamıyorum kendinize karşı dürüst olmanız bu söylemlerinin doğruluğu hakkında size bir fikir verecektir.) İşte, sevgiye, ilgiye vb.. muhtaç varlıklar olarak biz doğduğumuz andan itibaren nasıl fizyolojik olarak bir cinsiyet temelinde varoluş gösteriyorsak özümüz itibariyle de bu role uygun davranışlar sergiliyoruz...Cümlemin bittiği noktada -ee herkes böyle olmuyor ki bir kız olarak doğan ancak erkeksi davranışlar sergileyen, erkek olarak doğduğu halde bedenini kabullenemeyen ve hemcinsine ilgi duyan insanlar da var- dediyseniz sizi tebrik ederim!  Sonunda anlatmak istediğim esas konuya gelebildik ve bu sorduğunuz soru / sorgulama yetiniz gelecek cümlelerimi anlamlandırmanızda oldukça işe yarayacak.

    Evet, insanların yüzde olarak çoğunluğu doğduğu cinsiyetin rollerine uygun davranıyor ve ilişkilerini de bu çerçevede yaşıyor. Ancak dünya var olduğundan beri kendisini doğduğu cinse ait hissetmeyen insanlar da hiç azımsanacak bir yüzdede değiller.  Şimdi bu cümleyi bir de özgürlük kapsamında tekrar oluşturalım.

    Evet, insanların yüzde olarak çoğunluğu özgürlük kavramına düşkün olarak yaşıyor ve özgürlüğünü kısıtlayıcı durumlara karşı saldırganlaşabiliyor. Muhtaçlık döneminde (0-2 yaş) bu özgürlüğünü bağımlılıkları yüzünden kaybeden insan (memeye bağımlılık, ilgiye bağımlılık vs..) daha sonra bu bağımlılıklarından kopartıldıkça ve özgürlüğünü hatırlayınca bu sefer bir inat ve hırçınlık dönemine girer. Empati yoksunluğu ile birleşen bu davranışlar aslında çocuğun doğduğu anda tadına bir an bakıp terk etmek zorunda kaldığı özgürlük duygusuna uzun süre sonra kavuştuktan sonra geçirdiği coşkunun tezahüründen başka bir şey değildir! Hayatın iniş çıkışları arasında tabii ki insanın özgürlüğe karşı yakınlaşıp uzaklaştığı anlar da olmalıydı. İlkokula başladığında utanma ve aile beklentileriyle özgürlüğünden vaz geçip okuluna giden bir çocuğun ergenlik döneminde artan hormonlarıyla özgürlüğüne daha düşkün olması şaşırtıcı mı gerçekten? Hormonlar, cinsiyet ve cinselliğin tekrar keşfi, özgürlük... Bakın yine bir çakışma yaşıyoruz. Emin olun bunu bilerek yapmıyorum, gerçeklerin beni sürdüğü yolda diğer gerçeklerle buluşmanın sürpriz olmayan bir sonucundan başka bir şey değil

    Evet az önce itiraz ettiğiniz olguya gelelim. İnsanların doğdukları cinsiyete ait hissetmemesi. Peki aynı durumun özgürlük hissi için de olduğunu iddia etsem?  Özgürlüğünden vazgeçip hayatını başka kişilere, topluluklara, semavi varlıklara adayan insanların sayısının da ne kadar çok olduğunu bir düşünün. Bir tarikat üyesi ömrünü şeyhinin dizinin dibinde ve onun emirlerine uyarak geçirebilir üstelik bu onu mutlu eder. Özgürlük onun için bir serbestlik değil bir bağlanma durumudur ancak işin özünde o mürit ne olduğunu asla anlamadığı özgürlüğü tamamen terk etmiştir. Şimdi de bir askeri düşünelim, çoğu insan emir almaktan ölesiye nefret ederken askerler ömürlerini emir alıp emir vermeye bir anlamda özgür davranıştan kendisini ve diğer insanları men ederek geçirir. Bunu öylesine benimser ki meslekten emekli olduğunda bile bu davranışları sürdürmeye devam etmek için elinden geleni yapar. Bir mürit ve bir asker mutluluğu özgürlükte bulamaz, aksine özgür kaldıklarında ne yapacaklarını bilemez ve depresyona girerler. Peki bu normal mi? Benim görüşüme göre bu durum ancak bir insanın eşcinsel olması kadar doğal ve normal bir durumdur. Bir grup ötekileştirilip toplum dışına itilirken diğer grubun üyelerinin çevrelerinde oldukça büyük bir saygı görmesi? İşte benim aklımın almadığı durum bu. Özgürlük hissinin bir reddiyesi olmadığının bunun genetik bir zorunluluk ve yokluk hissine karşı arzunun yapısal bir bozukluk olduğunu düşünüyorum. Özgürlük istenilen bir şey değil doğuştan getirilen bir durumdur ve sağlıklıdır. Bugün özgürlük ve daha çok özgürlük peşinde olan insanlar sayesinde toplum gelişmiş, büyümüştür ancak özgürlüğe karşı olanlar ise toplumların çöküşünü hazırlamakta ve dengeleri alt üst etmektedirler. 











16 Haziran 2024 Pazar

korkak

üzgünüm
ben, korkak bir adamım
geceleri 
oturup bir başıma
saatlerce
kendi kendime
seni ne kadar çok
ama çok
sevdiğimi anlatırım
ama... dedim ya
bir yandan da korkarım
duvarlara, kağıtlara
karanlığa anlattıklarımı
sana anlatmaktan
anlatırsam anlamandan
anlayıp da kaçmandan
korkarım
kendi içine çekilen
bir çiçek gibi
ya kaybedersem seni?
o zaman ne yaparım?
zaten sislerin arasında
sigara dumanı ve kafa karışıklığıyla
yapayalnızım bu dünyada
nasıl korkmayayım?
dağılırsa birden sislerim
ve ortaya çıkarsa hislerim
kafanı kaldırıp şöyle bi bakarsan etrafa
görüşürüz yerine elveda dersen bana
buna nasıl dayanırım?

üzgünüm,
ben korkak bir adamım
sırf daha yakın olmak için dudaklarına
sesini kaybetmeyi göze alamadım

7 Haziran 2024 Cuma

birlikte

iklimler değişecek
insanlar gelecek
insanlar gidecek
yağmur yağacak elbet
peşinden ise güneş...

ben, 
ben hep burada olacağım
adını kazıdığım
bu yaşlı ağacın altında

öylece izleyeceğim başından geçenleri
ve gidenleri
gülümsemeni gördüğümde
mutlulukla süslenecek gözlerim
ağladığında 
uzatacağım ellerimi
çağırırsan koşup geleceğim
dizlerinin dibine
kızıp bağırmak mı istiyorsun
deş beni sözlerinle
uzun uzun susmak iyi gelecekse
susalım birbirimize gecelerce

artık beni görmek istemediğinde
döneceğim o ağacın dibine
ve devam edeceğim 
senin o güzel hayatını izlemeye

o yüzden
bir daha asla 
yalnız kalacağını düşünme
en kötü ihtimalle
sen gelirsin yanıma
otururuz ağacımızın dibinde
tutuşur el ele
seyrederiz gökyüzünü
birlikle...




2 Haziran 2024 Pazar

çile

neydi aramızdaki yokluğun gizli öznesi 
korku mu? yoksa katıksız bir sevgi mi?

peki neydi seni seven diğerlerinin ortak noktası ?
gerçeklikleri mi?
boş versene !
hangi gerçek hayallerini süsleyebilir ki?
senin rüyalarının senaryosunu bile ben yazmıştım
hatırlasana o yüzünü güldüren çiçekleri
hangisi yaşıyor şimdi?

iste, şu dakika çıkarım hayatından
sesimi bile duymazsın bir daha yankılardan
iste atlayıp gideyim dipsiz bir kuyunun 
ay ışığı düşmeyen, yosunlu sonuna
ne fark edecek ki?
unutabilecek misin beni?
kandırabilecek misin kendini?
"onun kadar seviyor" diyebilecek misin?
isteyecek misin beni istediğin gibi
cevabını biliyorsun
uzatmayalım o zaman
bak ben açtım kollarımı
yerine bekleniyorsun






22 Mayıs 2024 Çarşamba

Hermes

pardon hanımefendi
zarafetiniz dikkatimi cezbetti
lakin yere düşürmüşsünüz gölgenizi
kıskandığımdan değil de teninize dokunan güneşi
izin verin saygıyla takip edeyim sizi
gölgeniz bile o kadar kıymetli ki
basmasın üzerine dikkatsiz birileri

lütfen böyle güzel bakmayın bana
sonunda yenik düşeceğim aşkınıza
zaten zar zor duruyorum ayakta
-ki alışkınımdır normalde sarhoşluğa 
ve hatta ben dayanmıştım en şiddetli kasırgalara
şimdi dağılıyorum saçlarınızın en ufak savruluşunda

ah, evet esas diyeceğimi şimdi anımsadım
bu şiir size yazılmış, Afrodit'in ellerinden zor aldım
kendisini biraz kıskanmış da sizi, ne yapalım..
güzelliğinizi tanrılar abartmış, ben sadece anlattım
ben bir haberciyim, siz müjdeli bir haber gelin artık yola çıkalım
siz düş diyorsunuz, ben cennet orta yolda buluşalım
cennette görülen en güzel düşe sizin adınızı yazalım




21 Mayıs 2024 Salı

düşün

biliyor musun
seni özlemek de güzel

her nefeste rüya görmeye eş değer
hayalinle yaşayabilmek

ilk baharda açan 
o ilk papatyaya yaklaşıp
senin kokunu anımsayabilmek

güzel şey
yaşadığın şehrin rüzgarında üşümek

özlemeseydim seni
ve yazmasaydım bu şiiri
ne kadar boşa yaşamış olacaktım
bir düşün
sana aşık olmasaydım
bu özlemin yerinde duracaktı
gözlerin kadar derin bir hüzün


17 Mayıs 2024 Cuma

düşünceler ve kayıp suçlu

bazen dalıp gidiyorum uzaklara
bulutlar ilerliyor böyle ağır ağır
bir rüzgar esiyor, sigaram harlanıyor
soğumuş kahveme bakıyorum
üzerinde damla damla karanlık
işte o zaman dokunuyor yalnızlık

bazen bir filmde seyrediyorum seni
bazen bir nakaratta çalınıyorsun aklıma
bir kitap okurken, yenilirken uykuya
zafer ve zarafet ile giriyorsun rüyama
konuşmuyorum, yalnızca izliyorum seni
kalbime gizlediğim kelimelerin üzerinde dans etmeni

bazen kayboluyorum denizin ortasında
gökyüzü sürtünürken masmavi sulara
bir şimşek çakıyor zayıflamış aklımda
kaybolmadığımı fark ediyorum aniden
yalnızca unutulup yitmiştim senden
ve bir daha dönemeyecektim bu derin sensizlikten 
 
bu itiraf ulaşırsa sana bil ki
sadece bir kez daha tutabilmek için ellerini, öldürdüm özgürlüğü
şahitlerim yok tek başıma işledim bu suçu elimdeki aşkla
inan, bir kez bile pişman olmadım seni sevdikten sonra
...


 

13 Mayıs 2024 Pazartesi

vampir

gece göğe baktığında
gördüğün karanlık, benim

üşüyen ellerini ısıtmak için 
o üflediğin nefes, benim

uzak yollar aştıktan sonra
içtiğin ilk sigaranın dumanı, benim

konuyu değiştirip atladığın
o kimseye söyleyemediğin sır, benim

içinde bir yerlerde yanan
yandıkça seni azdıran ateş, benim

sevgi sözlerini hapsettiğin dudaklarını
hafifçe aralayıp kasvetle öpen, benim

vururken çırılçıplak bedenine berrak sular
seni kana kana emen vampir, benim

11 Mayıs 2024 Cumartesi

kedi

gözlerim boş boş bakıyor
senin olmadığın uzaklara

sarhoşluk bulutları dağılıyor
kanım karışırken şarabıma
adını fısıldıyorum son bir defa
morarmış dudaklarımla

bir yanım ölüme kucak açıyor
bir yanım hazır değil kurtulmaya

derken kapımı çalıyor birisi
gülümsüyorum
insan olarak başladığım bu hayatı
schrödinger' in kedisi olarak noktalıyorum 


 

4 Mayıs 2024 Cumartesi

yalnızlık sonrası son söz

eskiden yalnızdım
yalnızlık kolaydı
güneşin sessiz vedasıyla
gökyüzü perdelerini kapatınca
ağzımda ucuz bir sigarayla
alkışlardım bu koca hiçliği
ne kadar beğensem de
asla özlemeyeceğim saatleri

eskiden yalnızdım
yalnızlığı yazardım
bazen güzel bir kadının gidişinde
bazen siyah beyaz bir filmde
ama en çok da titreyen ellerimde
yalnızlığın nasıl dokunduğunu anlatırdım
sonra bir kadeh şarap alıp
onun şerefine kaldırırdım

öyle ya
kimse yokken yanımda
yalnızlığım vardı
belki dar ağacında asılıydı
belki de sağırdı
ama biliyorum
o hep başucumdaydı

şimdi 
yine yokluk kol gezerken hayatımda
artık yalnız değilim
beterim

artık sensizim

geldiğin gün terk edildim
ya da aldattım yalnızlığı
artık umurumda değil
alıştığım hiçliğin dışındayım

önceden de nefes almayı sevmezdim
ama şimdi yanıyor ciğerlerim
iki dakika seni görsem
mutlu olacak gibiyim
sanırım delirdim
ondan bu aşık hallerim
belki de yalnızlığı hiç hak etmemiştim
nihai kaderim sendin
belki de
ben ikinizin arasında
birbirinize atıp durduğunuz
akılsız bir oyuncaktan ibarettim

yine de
seni tanımayı
milyarlarca yıldıza
veya ömürlük yalnızlıklara değişmezdim
sen tanrıçam
ışığım
sen umudum
yok oluşum
seni senden uzakta
yalnızlıktan bile uzakta
çok ama çok seviyorum

1 Mayıs 2024 Çarşamba

bırak

peşimdeki hayalet
artık acı bana
bırak düşeyim uçuruma
parçalansın bedenim
nasıl olsa bir işe yaramıyor
onu özlemekten başka

çekme artık beni yanına
görmüyor musun?
ne kanım kaldı geriye
ne de ruhum, bu çorak hayatta
nefes bile alamıyorum artık 
onun adını anmadığım anlarda

bırak yatayım artık bu mezarda
ona hasret olanların yanında
bir diğer olarak kalmaktansa
yitip gideyim değersizlik ırmağında

peşimdeki hayalet
umut diyorlar ya sana
unut diyorum beni
gelme artık aklıma
burada tek bulabileceğin delilik
aşkım gömülü altına
yok olmayacak bir güzelliği
içimde yaşatamam
anla...

23 Nisan 2024 Salı

O ve Fazlası

Yalnız kalmıştı,
Biraz da yılmıştı.
Sonbaharın renkleriyle,
Saçlarını boyamıştı.

Hayalleri vardı
Kimsenin anlamadığı
İnsanların rüya dediklerine
O dudaklarını kıvırırdı

Fazla konuşmazdı
Ama çok şey anlatırdı
Sesinde akan o nehre
Kim bilir kaç hayat kapılmıştı

Yanımdaydı
Bir yanım onda kaldı
Görüşürüz derken o gece
Görmediğim her sabah canım acıdı 







16 Nisan 2024 Salı

uyku

Bir nehir kenarında
Hafif nemli çimler
Sarılırken narin vücuduna
Uzanmış
İzliyorsun yıldızları
Damlalar dokunurken parmak uçlarına
Ay ışığı saklanıyor saçlarına
Gülümsüyorsun

Derken
Şaşkın bir bulut geliyor
Neredeyse kapatacak gökyüzünü!
Utanmasa düşürecek yüzünü
Fırtınalar kopmasın diye kalbinde
Bir rüzgar esiyor bulutun peşinde
ve sürüklerken onu uzak diyarlara
Bir kaç damla düşüyor yanaklarına

Öyle ya!
Kendini feda etti rüzgar
Dudaklarınla kulakların arasında
Bir fısıltı olmaktı niyeti
Ancak
O gölgenin yüzüne düşmesini seyredemezdi 
Bazen sevmek, gitmek demekti...

Şimdi
Yine akıyor nehir
Yine parlıyor yıldızlar gözlerinde
ve sen yine 
Gülümserken muhteşem gülümsemenle
Yavaş yavaş uyuyorsun
Uzaklardan bir esinti geliyor
Rüyalara uçuyorsun

13 Nisan 2024 Cumartesi

köprü

İhtişamlı bakışlarının ardındaki sır
Yıldızlara fısıldadığın o sözler mi?
Öyleyse paylaş benimle de sırrını
Gözlerinde bir an parlamak, kül olmaya değmez mi?

Ruhunla tenin arasındaki okyanusta
Adına kalp dedikleri ülke beni ister mi?
Öyleyse "gel" de atlayıp geleyim en korkunç fırtınalara
Kalbinde bir dakika soluklanmak, bir ömür boğulmaya değmez mi?

Sesinde saklanmış ilkbahar havası  
Adımı söylesen bu kara bulutlar gider mi?
Öyleyse nefesim değsin nefesine bir gece vakti
Senin sesinden duymak hayatı, yaşamaya değmez mi?

11 Nisan 2024 Perşembe

bayram geldi bu akşam

Bugün bayram
Ve sen bugünden bile daha güzelsin
Cennetin kapısını çalsam
Verecekleri şekere benziyor gözlerin

Bugün bayram
Ve sen benim en tatlı hediyemsin
Yıldızları harçlık olarak toplasam
Üstüne bir de güneşi katsam
Yine de etmez bir parça tenin

Bugün bayram
Ve sen en nadidesisin çiçeklerin
Milyonlarca gül toplayıp içinde uyusam
Yine de çıkmaz senin tek bir dudak izin




9 Nisan 2024 Salı

koku

yine gecenin karanlığı düştü toprağa
yine bekliyorum o topraktaki mezarın başında
birkaç tane gül bir de menekşe bıraktım bu sefer
biraz da izmarit, yakışmasa da yanlarına
çok yakışırdı duman, senin gülen dudaklarına

sevdiğin o hikaye kitabını da getirdim bu sefer
sanki sonsuz uykudan geçebileceksin gibi rüyalara
okuyorum sayfalarını fısıltıya boyalı bir umutla
sevdiğin şarabı açıyorum bulutlar kaybolup ay açınca
bir yudum alıp gerisini döküyorum toprağa
ve yalvarıyorum
en azından tek bir damlasını ulaştırsın diye sana

saatler geçtikçe yeniliyor gözlerim yaşlara
hafifçe kıvranıp uzanıyorum yanına
senin kokunla uyumak yetiyor artık
ihtiyacım yok yaşamaya
sadece bir şişe şarap, birkaç izmarit
biraz da çiçek yetiyor nefes almama

5 Nisan 2024 Cuma

terk-i diyar

ben de isterdim
gökyüzüm mavi
çayım keyifli
sevdiklerim yanımda olsun

hastayım
nasıl anlatayım
gözlerimdeki perde
örterken mavilikleri
ciğerlerimi yakıyor
çayın demi
bir sigara yakıyorum
ölüyorum
terk ettiğim sevdiklerim değil
diyarın kendisi

zar zor nefes alırken
nasıl gülebilirim
böyle somurtkan olmayı
ben de hiç istemezdim

ama
adım adım ilerlerken sonuma
ve biliyorken
asla ulaşamayacağımı sonsuzluğa
sana
nasıl inanabilirim
gün gelip ellerini tutacağıma 
yaşlanarak yaşayacağıma

30 Mart 2024 Cumartesi

bekleme

benden güzel sözler bekleme
hepsini yitirdim seni gördüğümde

binlerce elmas saklıydı aklımda
meğer
altı üstü çakıl taşıymış onlar
gönüllüce yaşadığım zindanımda
yaşayıp gidiyormuşum yalanlarla
gerçekler
ah şu kaçtığım gerçekler vurdu yüreğimi
güneş olup pencereme vurduğunda

benden umut dolu sözler bekleme
delirsem de o güzel bakışlarına
orada beni görmediğini bilecek kadar aklım başımda

yaşayıp gidiyordum kendi boşluğumda
umut yoktu zira umutsuzluk da
küçük bir hayat kurmuştum mutlak yoklukta
yalandan gülüyor
inanmadan ağlıyordum ara sıra
ne zevk vardı hayatımda
ne de acı çekiyordum olmayacak olanların olasılıklarında

ne mi oldu sonra
attım kendimi hayatımdan, boşluğumdan
sırf bir nefes daha yakınlaşabilmek için sana
itiraf etmem gerekirse
hiç kapılmamıştım umuda
ama bu kadar da düşmeyi beklemiyordum umutsuzluğa

olsun
en azından artık beni tanıyorsun
ikimizden biri mutlu olacaksa
onun kim olacağını da biliyorsun
bu da mutlu etmezse seni
bir şarap ve bir geceye bakar
umuduma değilse de umutsuzluğuma yoldaş olursun


26 Mart 2024 Salı

gece

gece
uykusuzum
harflere bakıyorum
adını yazmak istiyorum
satırlarca ve saatlerce
sonra da utanıyorum
uyanıyorum
gece

18 Mart 2024 Pazartesi

1803

bazen tutunamıyorum hayata
acıyor paramparça ellerim
düşmek istiyor bir parçam yokluğa
kalbim dursa da durmuyor nefesim

bazen inanmıyorum yarınlara
bitmeyecek gibi geliyor gecelerim
uyanmayı düşlüyorum ara sıra
ışıklar yansa da yanmıyor güneşim

bazen yazamıyorum sana
ulaşmayacak, biliyorum sözlerim
çok özlüyorum aslında
çiçeklerin solsa da solmuyor renklerin

16 Mart 2024 Cumartesi

1603

yaşayamıyorum
yapamıyorum
artık
gülemiyorum
ağlayamıyorum
susamıyorum
dinleyemiyorum
dayanamıyorum

yaşayamıyorum
ölemiyorum
artık
bitsin istiyorum

12 Mart 2024 Salı

belki

dördüncü cemre gözlerine mi düştü
nasıl bir bahar bu bakışlarında açan

yıldızlar geceden kaçıp saçlarına mı üşüştü
güneş değil ki günümü aydınlatan

yoksa cennette mi çizdiler gülüşünü
o gülüş beni kaç defa ağlattı mutluluktan

bana bağışlar mısın tek bir gününü
o gün için vazgeçmeye hazırım geri kalan hayatımdan

3 Mart 2024 Pazar

git

kendi aciziyetimden yoruldum
ya sen
kaç yıldır bu bende mahkumsun?
kaç kurtar kendini sevgilim
sonum olmasın felaketin

henüz böylesine uzakken acıya
çatlaklara kavuşmamışken yüreğin
terk et bu sefil adamı
git uzaklara
çok ama çok uzaklara
yalvarıyorum sana
beynimdeki kurşunun sesi ulaşamasın sana

sevmiyorum diyemem seni
platonik bir gerçeğin pençesindeyim
gördüğüm düşlerde hep sen varsın
uyanmam gerekiyor kaçmak için kabuslara

neyse, sen git artık 
dinleme bu şarkıyı bir daha
ben öğrenemedim mutlu olmayı
senin hakkın yok sınıfta kalmaya
bırak beni bir başıma
belki gülümserim bir gün
sen mutlu olduğunda


25 Şubat 2024 Pazar

günaydın

bazen güzel bir rüyadır hayat
her şeyin tozlara karışacağını bilsen de
sıkı sıkı sarılırsın yalancı düşlere
duymazdan gelirsin alarm seslerini
ki o sesler bir vakit en güvendiklerindi

uyanırsın eninde sonunda, 
o zaman anlarsın 
rüyandaki o güzel şehrin kalabalığı
biraz daha uyusan seni boğacaktı
aşk diye yazdığın yalnızlığı
yalnızca kabuslar okuyacaktı

günaydın
ben, dün gördüğün rüyada bir yanılsamaydım
suyun üzerinde ya da bir ağacın gölgesinde
senden geriye kalan o son ruh parçasıydım
beni fark ettiğini biliyorum ve görmezden geldiğini
olsun, artık nasılsa beni unutamayacaksın
yaranın ancak üstünü kapatabilir insan, acısını atlatamazsın

21 Şubat 2024 Çarşamba

çoban yıldızı

yaklaş bana
biraz daha
şimdi
değerken canıma canım
bir masal anlatacağım sana

uzaklarda
iki nehir arasında
ufak bir köy varmış
bu köyde
güzel bir kız yaşarmış
elindeki elma sepeti
yüzündeki gülümsemesi
örgü örgü saçlarıyla
bu kızı herkes tanırmış

herkes ona hayranmış

bir kişi hariç

uzaklarda
iki köyün arasında
ufak bir dere akarmış
bu derede delikanlı bir çoban
her gün yüzünü yıkarmış
asık suratının yansıması
gördükçe onun da canını sıkarmış ya
ne yapsın
o gülmek için yaratılmamış

yine böyle bir günde
kaçmış çobanın keçileri 
seslenmiş önce
"hey sizi yaramazlar neredesiniz?" diye
sonra aramaya başlamış
yürümüş, yürümüş
yürüdükçe gündüzü geceye
ayakları çimene
gözleri yaşlara karışmış

o yaşa kadar hiç ağlamayan çoban
artık yaşlarını gözlerinde tutamamış

sabah olmuş
yol yok
iz yok
ses, seda yok

ama başka bir şey varmış işte
delikanlı, güzel kızı görmüş 
başını yattığı topraktan çekince
bir bakmış ki

sabah olmuş
yolu aydınlanmış
bir meleğin izinde
ses de seda da işte orada
tam karşısındaki
elma ağacının altındaymış

"merhaba" demiş 
demek istemiş de
sesi çıkmamış delikanlının

neyse ki 
halini gören kız
ona acımış
bir elma almış avucuna
önündeki bitkin çobana uzatmış

"acaba ne desem" diye düşünmüş delikanlı
"bu bir melek olmalı, melekler benim dilimi anlar mı?
 benim dilim bir melekle konuşacak kadar yaman mı?
 teşekkür etsem anlar herhalde
 yoksa sesimi beğenmez de kaçar mı"

"hayırdır çoban, neden bir şey demiyorsun
yoksa beğenmez misin bu ormandaki elmaları?"

"sağolasın, ben ne bu ormanı bilirim
 ne de daha önce bu elmadan yedim
 çok yorgunum ve şaşkınım
 dün bütün keçilerimi kaçırdım"

çatlamış dudakları sulu elmayla buluşunca
bir şelaleden su içmiş sanki kana kana
hele bu elmayı veren elin sahibiyle konuştu ya!
koşsa koşarmış cihanı baştan başa

"burası hangi köyün ormanı ?"

kız cevap vermemiş

"adın ne?"

kız sessiz, sadece çobanı izlemiş

bir müddet konuşmamış ikisi de

sonra çoban sordu çaresizce

"yoksa yabancıyım diye köyünüze
 pişman mı oldun elmayı verdiğine ?
 öyleyse sal beni toplayayım ne kadar elma varsa
 bu eski ormanın gölgesinde
 sereyim eteklerine"

gülümsedi güzel kız hafifçe

"ondan değil de, üzüldüm biraz haline
 yabancıların yolu bir kere düştü mü bu köye
 bir daha dönmezler evlerine
 ben seni elden görmemiştim
 elimdekini bilirsin demiştim"

anlamamış delikanlı bu sözleri
geldiği yol belli, tamam biraz karıştırmıştı
biraz da sersemlemişti belki
ama dönmezse 
çok üzülürdü keçilerin sahipleri

"ama özleyen çıkmaz ki beni"

yıllar önce ölmüştü çobanın ailesi
bir o kalmıştı geriye bir de dedesi
iki sene olmuştu dedesi gideli
geriye bir taş mezar bırakmıştı bir de çoban değneği

sanki okumuştu kız, onun aklından geçenleri
önce hüzünlendi, sonra gülümsedi

"haydi gel köyümüze gidelim" dedi

keçilerim diyemedi çoban
onlar gittikleri yerden memnunlardı
yoksa bu zamana kadar geri dönmezler miydi?

iki nehir arasında
bir köye vardılar
yürürken canı acımıyordu artık çobanın
sanki ayakkabılarındaki yırtık düzelmişti
ne açlık vardı, ne susuzluk
halbuki sadece bir elma yemişti

derken, güzel kızın yanı başında gülümserken
dondu kaldı 
köyün girişindeki al yazmalı kadını görünce
dizlerinin üstüne kapandı
"ana" diye fısıldadı havaya
hava bu sözleri taşıdı
taşıdı
taşıdı,
"ah yavrum" oldu karşılığı

o an anladı delikanlı çoban
o ormandan aslında hiç çıkamamıştı
biraz sonra babası yaklaştı yanına
teşekkür etti güzel kıza
elini attı oğlunun omuzlarına
"haydi" dedi "koş ananın yanına"

önce ağır adımlar
peşinden geldi yağmur
fırtına

gülümserken güzel kız

inanmıyordu bir yandan olanlara

herkes ona hayrandı

çoban ise ölümüne aşıktı

karışırken bedeni toprağa
alev alev kalbi tüm nehirlerin üzerinde parlayacaktı









12 Şubat 2024 Pazartesi

ilan

yürüyorum, koşuyorum
düşüyorum
her gün aynı sesin peşinde
bir ömrü tüketiyorum
                                dedim usulca                                   

sesim var nefesim yok
öyle bir hayat ki bu
ne sen varsın
ne de sensizlik yok
                              dedi yaşlarıyla

gülümsüyorum, anlatıyorum
küsüyorum
her gece aynı gözlerin izinde
bileklerimi aynı yerden kesiyorum
                             dedim utangaçça       

özledim seni, özürüm yok
öyle bir hata ki bu
ne sana gelesim var
ne de geleceğim yok
                           dedi uzaklaşınca


31 Ocak 2024 Çarşamba

lacrimas

seni sevmek çare değil 
çaresizlikten
başka bir şey gelmiyor elimden
başka kimse geçmiyor kalbimden

seni özlemek günah değil
cehennem
başka bir tarifi yok bu işkencenin
bir ucu sensizliğe bağlanmışken zincirimin

seninle konuşmam akıl kârı değil
delilikten
başka bir yolu yok seni güldürmemin
gözyaşlarıma gömülmüşken sevgi sözlerim

.....

bunları okursan bir gün
ve almışsam canımı erkenden
özür dilerim
başka bir yolu yoktu, 
ayaklarını bastığın toprağa dönüşmemin



















yalancının son seramonisi

her hayattan bir parça can kopardım
üstünü alaca boyayıp mezarıma astım
yaş çığlıklarla dolup taştı da gözlerim
ben yine de sana bir kadeh daha uzattım

"bu sefer fark edersin belki
 ölü bir adamın bir şey hissetmeyeceğini"

yüzümdeki maske
yalanlarla dolu bir yaşamın rengindeyse
boyayamayacağım bir gerçek olduğunu düşünme

sakın
sakın kendine fazla değer yükleme, hiç sevmemiştim seni
silinirken varlığım yer yüzünden
son kez bir nefes aldım sadece güzel yüzünden

dört felaket bekliyor naaşımın başında
gözyaşı, hayal kırıklığı, öfke ve ikna

gözyaşlarını anlattım başında
hayal kırıklığını görmüş olmalısın ölü adamın mısrasında
öfkenin rengi dönüşürken yalandan bir kırmızıya
sakın ikna olma, benim gibi yalancılara 

29 Ocak 2024 Pazartesi

sana

şimdi, tam şu anın derin uykusunda
uzatıp ellerimi uzanabilseydim saçlarına
fısıldayabilseydim sevdiğin o sözleri
sarılabilseydim rüyalarındaki derin yalnızlığa

ulaşabilir miydim sonsuzluğa

                ***

şimdi, kıyametin tam ortasında
haykırabilseydim adını tanrıya ve şeytana
koparken geçmişim gözlerinin parıltısında
savaşabilseydim tüm o korkularınla

duyurabilir miydim sesimi sana

               ***

şimdi, yanarken ikimiz de aynı yıldızın altında
sahip olsaydım bir dilek tutma hakkına
tutardım ellerini, bırakmazdım bir daha
peki sorabilseydim mutlu musun diye sana

görebilir miydim gülümsemeni 
söz kimseye söylemem, ikimizin arasında

25 Ocak 2024 Perşembe

sır

Sana olan hislerimi her zaman gizleyeceğim
Ne esen rüzgara fısıldayacağım bu aşkı
Ne de karanlık gecelere itiraf edeceğim

Resmine bakıp zaman zaman gülümseyeceğim
Bir şarkının melodisinde seni dinleyeceğim
Hayatım akıp giderken boşuna
Sessizce durup bir köşede, seni seyretmeye devam edeceğim

Arkadaşlar "neyin var?" diye sorarlarsa 
Hasta olduğumu söyleyip geçeceğim
İyileşmek gibi bir şanssızlığa düşmezsem eğer
En sonunda kalbimdeki sırlarla gömüleceğim

24 Ocak 2024 Çarşamba

24

kış ortasında
bir çarşamba günü
ne kadar güzel geçebilirse
öyle güzel geçti...gitti

kitabın ortasında
bir hayalperest dizesi
ne kadar dokunaklı olabilirdi ?
okundu, dokundu... kör etti

sokağın ortasında
bir buluşma yeri
ne kadar beklesem de
biliyorum... o gelmeyecekti

kalbimle aklımın ortasında
tıkalı bir damar çizgisi
üç harf sıkışmış belli ki
demek böyle oluyormuş aşk cinayeti

20 Ocak 2024 Cumartesi

uzay

on, dokuz, sekiz

daha dün aynı atmosferi paylaşırken
şimdi git gide uzaklaşıyorum yörüngenden
yavaş yavaş tükeniyor canım
sana el sallarken penceremden

yedi, altı, beş

öncesinde güneş yaktı gözlerimi
peşinden sonsuz karanlık geldi
dumanlar kaplarken ciğerlerimi
aramızdan ayrıldı çekim kuvveti

dört, üç, iki

savruldum boşluğa son sürat düşerken
tutunacak bir umut aradım senden
çarptım gerçekliğe kanadı dudaklarım
çaresizlikten ağlamaya başladım, geride kalanlar eğlenirken

bir

ufacık bir patlama ...ve bitti
dünyamda bıraktığım bir kişi bile fark etmedi
aklımın parçalanırken çıkardığı sesi

sıfır

donmuş hayaletim güneşe savrulurken
kalbim son defa sıcaklığı hissetti
güneş, gülümsemen gibiydi

14 Ocak 2024 Pazar

kayıp şiir

sorular var aklımda

neden ve nasıllar arasında
tek cevabım sensin
ben ki bir yağmur damlasıysam
sen okyanusun ta kendisisin

istediğim şeyler var hayatta

sebep ve sonuçlar arasında
niyetim de nihayetim de sensin
ben bir ateş böceğiysem
sen güneşin ta kendisisin

eksik bir şeyler var yalnızlığımda

olmak ve olmamak arasında
yazdığım tüm şiirler sensin
ben boş bir kağıt parçasıysam
sen üzerime düşen en eşsiz renksin

son bir şey var aklımda

düşler ve gerçekler arasında
gördüğüm tüm hayaller sensin
ben umutsuz bir aşıksam
sen aşkın en güzel halisin






11 Ocak 2024 Perşembe

sessiz aydınlık

tanrı önce tüm yıldızları birer birer kapattı
sonra gözlerini yarattı
bu ışıltının başka bir açıklaması olamazdı

terk etti rüzgarlar bir eylül vakti dünyayı
baharı senin kokun sardı
tevekkeli, sonbahar hiç böyle güzel kokmamıştı

çekildi sular yeryüzünden, belli ki onlar da utandı
derken deniz kıyısında saçların dalgalandı
ruhum ilk defa o dalgalarda huzura daldı

derken sustu müzik, kuşlar ötmeyi bıraktı
kocaman şehirlerden çıt çıkmadı
sesindeki büyülü ezgi cennetin salonlarında çalındı



7 Ocak 2024 Pazar

iyi ol

iyi ol
bahar gelsin 
buz tutmuş topraklara

iyi ol
güneş açsın
esir düşen sabahlara

iyi ol
yıldızlar parlasın
gönlü kaplayan karanlıkta

iyi ol
yağmur yağsın
bin yıllık çorak topraklara

iyi ol
masallar yazılsın
mutlu sona hasret hayatlara

sen yeter ki iyi ol
gönül koymam aramıza giren zamana

4 Ocak 2024 Perşembe

Bazen

Bazen yalnız kalmak ister insan
Belki biraz yağmurun sesi
Biraz şarap eşliği

Sadece susup sevmek gerekir bazen
Saatlerce onu düşünmek yetmezken
Bir bakmışsın akıyor gözlerinin önünden

Bazen sevmek yeter karşılık beklemeden
Uzun bir yolculukta 
Şehirler arası radyo frekansları arasında
Onun sesini duymak istersin
Alakasız bir şarkıda geçer adı, gülümsersin

Özlemek bile kıymetlidir bazen
Zamanında onun geçtiği bir hayat olduğunu bilirsin
Kıymetlenir hayatın, 
Gözyaşlarınla ıslanırken gülümseyen dudakların

Bazen yaşamak ister insan
Normal bir hayatı varmışçasına
Çiçekleri sulayıp, balığa yemini verirsin
Derken gözün uçuşan perdelere takılır
Onun kokusunu taşıyan rüzgara bir kez daha yenilirsin

Böyle zamanlarda hiç kimsesizsin
Böyle zamanlarda hiç sevilmeyeceğini bilirsin

sana bakıyorum

yine toplamışsın kara bulutları üzerine kaçışacak hepsi aslında bir savursan eteğini yine biriktirmeye başlamışsın yağmurları gözlerinde kap...